31 Mart 2012

Antalyaspor'un Babası: Atilla Konuk

1923 yılında Antalya'da doğan Atilla Konuk; 1954 seçimlerinde Demokrat Parti'den Antalya milletvekili seçilerek Türkiye'nin en genç milletvekili unvanını kazandı. 1966 yılında Antalyaspor'u kurdu ve Antalyaspor'un ilk başkanı oldu.  Şimdiki başkan Hasan Akıncıoğlu'nun da kayınpederi olan Atilla Konuk, 31 Mart 2009 tarihinde vefat etti.

2008 Mart'ta yayınlanan Antalyaspor Resmi Dergisi'nin ilk sayısı için Cengiz Altay'a verdiği röportaj onun son röportajıydı. O röportajın tam metni:



•••

Antalyaspor'un kurucusu ve ilk başkanı Atilla Konuk, kırmızı-beyazlı kulübün doğuşunu ve o yıllarda yaşananları Antalyaspor'a anlattı. Rahatsızlığı nedeniyle son bir yıldır Konyaaltı Caddesi'ndeki evinden pek çıkamayan Konuk, anlattıklarıyla Antalyaspor'un ilk yıllarına ışık tuttu.

Kurucu başkanın anlattıklarına bakılırsa Antalyaspor'un dünü ile bugünü arasında çok benzerlikler var. Konuk'un anlattıklarından destek görmediklerini, destek sözü verenlerin ortadan kaybolduğunu, hatta Antalyaspor'a destek olanların da başlarının derde girdiğini öğreniyoruz.

Şimdilerde olduğu gibi Konuk da o yıllarda Antalyaspor'un bu kentin bir markası olduğunu anlatamamış. Konuk anlattıkça Aspendos Antik Tiyatrosu'ndaki ilk konseri Antalyaspor'un organize ettiğini öğreniyoruz. Antalyaspor taraftarının o yıllarda bile en çok Denizlispor maçına ilgi gösterdiğini yine Konuk'un ağzından dinliyoruz. Kurucu başkandan Antalyaspor'a para desteği sağlayan Antalya Belediyesi eski başkanlarından Avni Tolunay'ın Antalyalıların şikayeti üzerine Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığını da öğrenmiş olduk.

Antalyaspor'u kurma fikri nasıl doğdu?

Antalya gelecekte büyük bir şehir olacağının işaretlerini vermeye başlamıştı. Şehirde futbol o zamanlar amatör düzeyde oynanıyordu. 1966 yılının mart ayında "Bir profesyonel takım kuralım." dedim. Ben bu fikrimi söyleyince "Tamam abi, olur abi, sen yaparsın abi" dediler. Tam Antalyalılar'a uygun, beylik lafları yani." Bir işe teşebbüs edersiniz "Sen yap abi, biz sana yardımcı oluruz." derler. İşte başlarsınız işe ertesi gün hepsi ortadan kaybolur.

İleri Gazetesi'nin sahibi Suphi Türel ve Avukat Akay Ekin'le durumu beraber istişare ederek bu işin kararını verdik. Bir de o zamanlar Beden Terbiyesi Bölge Müdürü rahmetli Süleyman Erol vardı. O da bizim fikrimize katıldı.

Kuruluş aşamasında çalışmalarınız nasıl oldu?

Kulübü kurmak için tüzük hazırlamamız gerekiyordu. Tüzük için Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'ye mektup yazdım. Fenerbahçe ve Beşiktaş kendi tüzüklerinden bir örnek gönderdiler, maalesef Galatasaray göndermedi.

Tüzüğü hazırlayıp federasyona gönderdik. O zamanlar federasyonda Orhan Şeref Apak vardı. Sağ olsun o da bize yardımcı oldu. Bir hafta sonra federasyondan haber geldi. Profesyonel kulübün kurulması için 3 amatör kulübün birleşip kendilerini tasfiye etmeleri gerekiyormuş. Biz de İlkışıkspor, DSİ Spor ve Ferrokromspor'un genel kurullarını topladık. Bize iltihak kararı aldılar ve kendilerini feshettiler.

Bu duyulunca rastladığım herkes kendisini kurucu listesine almam için bana ricada bulundu ama biz yine üç kişi çalışıyorduk, dördüncü bir kişi yoktu. Kurucu listesine girmek isteyenlere haber gönderdim. 26 Mayıs'ta Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü'nün altında toplanıp kulübün ana tüzüğünü imzalayacağımızı söyledim ama benimle beraber 23 kişi bir araya gelebildik. Diğer 30-40 kişi ortada yoktu.

Biz imzaladık gönderdik. Federasyon bunu 1 Temmuz'da tasdik etti. Bu sefer tüzük imzasına gelmedikleri için kurucu listesine almadıklarımız bana küstü. Ben de "Gelseydiniz kardeşim. biz imzayı attık, kulübü kurduk." diyerek kendimi savundum.

Kentten destek görmediniz mi?

Kulüp kurmak kolay değil tabii ki. Futbolcun yok, idare binan yok, malzemen yok. Sıfırsın. Para da yok. Arkadaşlar Antalya'daki banka müdürlerinden birkaç tanesini çağırıp bunların yanına idare heyetinden de birkaç kişiyi ekleyip çarşı pazar gezerek para toplayabileceğimizi söylediler. Onların bu sözlerine ben de güldüm tabii...

Yapı Kredi Bankası Müdürü İhsan Zümrüoğlu, Emlak Bankası Müdürü Hüseyin Has, Denizcilik Bankası Müdürü Ahmet Dal, bizim arkadaşlarla birlikte para toplamaya çıktılar. Ben de akşama kadar nöbet tutar gibi onları bekledim. Akşam çok geç oldu, bizimkiler gelmedi. Çok gecikince aradım, "Daha yeni çıkıyoruz." dediler. Sonra öğrendim ki ziyaret ettikleri kimselerden hiç para alamamışlar. Ertesi gün yine çıktılar. Dolaşmadıkları yer bırakmamışlar, topladıkları para 875 lira... Bin lira bile değil. Bu parayla 20 futbolcunun ayakkabısı bile alınmıyordu.

Transferleri nasıl yaptınız?

Bir müteşebbis heyeti oluşturdum ve her birinden 2 bin 500'er liralık senet aldım. Toplam 20 bin liralık senet oldu. Bankaya gidip senetleri kırdırdım. 17 bin lira nakit para aldım. Transferlere bu parayla başlamak zorunda kaldık.

Yönetmeliğe göre yeni kurulan kulübün futbolcusu olmuyor. Profesyonel kulüp kurmak için kendini fesheden amatör kulüplerin futbolcuları da serbest kalıyor. Antalyaspor'un kurulması için feshedilen üç kulübün futbolcularına biz bundan bahsetmedik. Onları, "Siz bize devredilmiş futbolcularsınız." diyerek kandırdık. Oynatmak istediklerimize 2 bin 500 lira para vermeyi taahhüt ederek anlaştık. Onlar da sevinerek kabul ettiler. Çünkü 2 bin 500 lira para o zamanlar çok büyük para. Yalnız Metin Ünal'ı o paraya ikna edemedik. Metin, "Ben iyi futbolcuyum, o paraya oynamam." diye tutturdu. Sonunda onu da 5 bin liraya ikna ettik. Bir de Mustafa vardı, onunla da 5 bin liraya anlaştık.

Ahmet Cücen'i nasıl buldunuz?

Takımı aşağı yukarı kurduk ama bu sefer hocamız yok. Kalkıp İzmir'e gittim. Göztepe ve Altay'ın yöneticileri arkadaşımdı, onlarla konuştum. Bize Adnan Süvari'nin yardımcısı Ahmet Cücen'i tavsiye ettiler. Sonra Göztepe'den İzzet ve Erol'u 15'er bin liraya transfer ettik. Altınordu'dan da Coşkun'la eski Galatasaray kalecisi Yücel'i aldık.

Transfer ettiğimiz futbolcular ödeme sözümüze güvenmediler. Çek verdik, bankadan parayı tahsil edip öyle imzayı attılar. Futbolcuların kulüp yöneticilerine karşı bir itimatsızlığı vardı o zamanlar. İlk sene çok sıkıntılar çektik. Çünkü yeni olduğumuz için tecrübesiz bir kulüptük. Ben şahsi paramla o yıl kulübü finanse ettim.

Arkadaşlarımızla anlaşmamıza göre 3 sene ben başkanlık yapacaktım. Ben bırakırken kulübün kasasında 50 bin lira para vardı. O üç senede haciz filan gibi sorun yaşamadık. Tertemiz bir kulüp bıraktık.

O yıllarda nasıl bir lig vardı?

Birinci senemizde küme düşmemek için çok sıkıntılar çektik. O zamanlar hakemi, kulübü, futbolcuyu satın alıp maç bağlamak vardı. Her türlü dalavere vardı yani ama benim bunlardan sonradan haberim oldu.

Bizim Suphi ile Akay çok uyanıktı. Hakemleri bağlıyorlarmış. Bizim maçlarımızın hakemleri Ankara'dan, İstanbul'dan, İzmir'den gelirdi. Bunlar hakemleri arayıp "Taksiyle gelin, biz parasını öderiz." diyorlarmış. Baktım her maçtan sonra Şehir Kulübü'nde tepsi açıyorlar, "Futbolculara bahşiş verelim." diyorlar. Ben de "Ne acelesi var, yarın veririz." diyorum ama dinlemiyorlar. Meğerse hakemler için para topluyorlarmış.

Böyle karmaşa içinde kulüp yönetmek çok zor oldu mu?

İstanbul'a maça gitmiştik. Ömer Hayyam'ın otelinde kalıyoruz. Gündüz Kılıç geldi yanımıza, onunla dertleştim. Bu batağın içinde kalamayacağımı söyledim. Gündüz Kılıç "Olmaz, devam et." diye zorladı. Ben bir biliyorum, Gündüz on biliyor. Devam ettim, kaldım.

İkinci senemizdi. Beyoğluspor ile Toprakspor küme düşme tehlikesindeydi. Beyoğluspor yöneticileri benim yanıma geldi. Ankara'da Toprakspor'u yenmemiz için 30 bin lira teşvik primi teklif etti. Ben bunları kovdum. Üç sene başkanlıkta kaldım ama bu çirkinlikleri gördükçe kaçmak için yer aradım. Böyle dalaverelerin olduğu ortamda kulüp yöneticiliği yapmak bana göre değildi.

Kulübün mali yapılanması nasıldı?

Herkes benim kulübe para verdiğimi zannediyordu ama öyle değildi. Ben verdiğim paraları geri aldım. Biz planlı programlı hareket ediyorduk. Sene başında tahmini bütçe yapar, o bütçeyi aşmazdık.

Bir Pazar günü Lara'daki yazlıktaydım. Haber geldi, gazinoda beni bekliyorlarmış. Gittim, gazinoda iki futbolcu vardı. Bizim yöneticiler çağırmış. Onlara "Transfer için ayırdığımız bütçe doldu. Size para veremeyiz. Yarın gidip diğer yöneticilerle sözleşme imzalarsanız ben 5 kuruş para vermem." dedim. Onlar da ayrılıp gittiler.

Benden sonra Mehmet Kurum başkanlığa seçilmişti. O da bir zaman sonra bırakıp kaçtı. Beni yeniden başkanlığa getirdiler, biraz daha idare ettik. Sonra Ziya Uçak başkanlığa seçildi. Antalya'nın tüccarlarından da, esnafından da yardım göremedik. Camii için yardım ediyorlar, Antalyaspor'a üç kuruş vermiyorlardı. Bize sadece rahmetli belediye başkanı Avni Tolunay destek verdi.

Tolunay para mı veriyordu?

Sinema biletlerine Antalyaspor için 25 kuruşluk pul eklediler, oradan bize para geldi ama bu sefer de Antalyaspor için zorla para toplanıyor diye vatandaşlar gidip dava açtılar. Mahkeme takipsizlik verince bu sefer Ankara'ya gidip bakanlığa şikayet etmişler. Ankara'dan müfettişler geldi. Belediye Başkanı Avni Tolunay ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Biz de gönüllü şahitler bulduk. Şahitler mahkemede "Biz bu parayı gönüllü bağış yaptık." dediler ve belediye başkanı beraat etti.

Yani halkımız bunu yapacak kadar alakasızdı Antalyaspor'a karşı. Antalyaspor'un maçları her hafta Spor Toto'ya giriyordu. Ben Antalyalılara "Bakın Antalya'mızın tanıtımı oluyor. Türkiye'nin her yerinde bu şehrin ismi anılıyor." dedim. Bana "Ne tanıtımı yaaa!.." dediler. Bu kadar anlayışsızdılar.

Bakın şimdi gazeteler Antalyaspor'u yazıyor. Televizyonlarda Antalyaspor'un haberleri izleniyor. Bunlar hem Antalyaspor'un hem de Antalya'nın reklamı oluyor. Bu memleket Antalyaspor'un değerini bilmedi. Bugün de yine bilmeyenler vardır ama ümitsiz olmamak lazım.

Bugünkü yönetimi nasıl buluyorsunuz?

Hasta olduğum için bir yıldan fazladır Antalyaspor'un maçlarına gidemiyorum. Gazetelerden, televizyonlardan takip ediyorum. Menderes (Türel) Antalyaspor için iyi şeyler yapıyor. Bana sorarsanız bu yönetim çok başarılıdır.

Kulüp idare etmek öyle kolay iş değildir. Şehirden yardım görseniz bile kolay değildir. "Politikacının parası puldur, karısı duldur." diye bir laf vardır. Kulüp yönetenler için de söylenebilir bu laf. Yönetici işiyle, eviyle ilgilenmez. Yönetime Allah kolaylık versin. İşleri hiç kolay değil. Kendileri para bulmak zorundalar. Antalya'da Antalyaspor'a yardım edecek iş adamı yok. Belki biraz maceraperest olan veya futbolu sevenler bir şeyler yapabilir.

Yıllar önceydi. Otelimde kalan bir Alman turist Antalyaspor'un hangi takımla maçı olduğunu sordu. Şimdi hatırlamıyorum ama rakibin adını söylediğimde şaşırdı. Alman turist Antalyaspor'un rakibinin Fenerbahçe, Beşiktaş veya Galatasaray gibi bir takım olacağını sanıyormuş. Bana bu sefer hangi ligde oynadığımızı sordu. Ben "2. ligteyiz." dediğim zaman da "Bu şehre 2. Lig yakışmaz. Siz Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ile aynı ligte olmalısınız." dedi. İşte bakın başka ülke insanı da Antalyaspor için böyle düşünüyor.

Antalyalılar o yıllarda da maçlara ilgi gösteriyor muydu?

Bizim zamanımızda maç hasılatları 3-5 bin lira civarında olurdu ama en iyi hasılatı Denizlispor maçında alırdık. Denizlispor ile oynadığımız maçın hasılatını unutmuyorum 12 bin lira olmuştu. Bizim en garanti gelirimiz Spor Toto'dan gelirdi. Çok sıklıkla maçlarımız Spor Toto'ya girerdi ve her maç için 3 bin lira alırdık. Daha sonra Spor Toto gelirimiz maç başına 5 bin liraya çıktı.

Gelir sağlamak için başka çalışmalarınız oldu mu?

Antalyaspor'a bir çırpıda iyi bir gelir sağlamak için konser düzenlemeyi düşündük. Sene 1969'du. O zamanlar Zeki Müren çok popüler ama o kadar da kaprisli bir sanatçı. Antalyaspor için gelir mi, gelmez mi diye düşünüyoruz. Kuzenim Cengiz, Zeki Müren ile çok samimiydi. Bir gün kuzenimin evinde Zeki Müren ile sohbet ederken ona Aspendos Antik Tiyatrosu'nda konsere çıkmayı teklif ettim. Ona, "Tarihe geçeceksin. İki bin küsur yıllık antik tiyatroda konser veren ilk sanatçı olacaksın." dedim. Çok heyecanlandı ve kabul etti.

Konser için gerekli izinleri aldım ama Zeki Müren parayı da çok seviyordu. Yetmiş bin liralık çeki verdim öyle geldi. Geldi çıktı ama gelirde hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü kapılardaki girişi kontrol edemedik. Çok kişi bedava girdi. 20 bin lira para kaldı. Fahrettin Aslan "Ben size 100 bin lira vereyim. Organizasyonu ben yapayım." demişti ama biz daha çok kazanırız diye kabul etmemiştik. Organizasyonu Fahrettin Aslan'a vermediğimiz için pişman olduk.






 

Atilla Konuk'u Anıyoruz


Antalyaspor'un kurucusu ve ilk başkanıydı. Ömrünü Antalyaspor'a adamış en büyük Antalyaspor sevdalısıydı. Ne yazık ki 31 Mart 2009'da ise aramızdan ayrıldı. Atilla Konuk bugün mezarı başında anılıyor. Biz de başkanımızı saygı ve özlemle anıyoruz.

Rahat uyu büyük başkan, çünkü bizlere mirasın her zaman gönlümüzün en derinlerinde...





30 Mart 2012

Gençlerbirliği "Şehrinin Takımını Tut" Etkinliği

Geçtiğimiz hafta dersten çıkmış, yorgun argın duyuru panosunun önünden geçerken bir etkinlik afişi gözüme çarptı: “Yaşadığın Şehrin Takımını Tut” Söz konusu şehrine ihanet etmeyenler olunca es geçmem mümkün değildi ve hemen etkinliğin detaylarını, zamanını telefonuma kaydettim.

Salı günü heyecanla beklediğim bu etkinliğe katıldım. ODTÜ'lü Gençler ve ODTÜ Medya Topluluğu'nun katkılarıyla gerçekleşen bu etkinlikte Gençlerbirliği taraftarları teknik direktör Fuat Çapa, oyuncular Özgür İleri, Murat Duruer, Rándall Azofeifa Corrales ve Karakızıl tribün liderlerinden Nedim Celasun ile sohbet etme fırsatı buldular. Taraftarla çok farklı bir ilişki kurduğu pek çok yorumdan da anlaşılan Hurşut Meriç de sahnede olmasa da bu etkinliğe taraftarların arasında izleyici olarak katılmıştı.


Etkinlik kısa açılış konuşmalarının ardından soru-cevaplarla geçti. Bugüne kadar katıldığım bu tarzdaki etkinliklerde genellikle açılış konuşmaları soru-cevap kısmı çok baş ağrıtmasın diye öyle uzatılık ki adeta kapanış konuşmasını da oluverirdi ama bu etkinlikte açılış konuşmaları 2-3 cümleden öteye geçmedi. Sonrası soru-cevap bölümüydü. Yani etkinliğin genelinde söz taraftarındı. Planan süre dolduğunda moderatör Fuat Çapa'ya döndü. Fuat Çapa “20 dakika daha verelim taraftarımıza.” dedi ve sohbet kaldığı yerden devam etti. Alt tarafı 20 dakika diyebilirsiniz ama taraftar için böyle bir etkinliğin 1 dakikasının bile çok önemli olduğuna eminim. Sonuçta armanın gerçek sahipleri olarak armayı emanet ettikleri insanları yakından tanıma, şikayetini yapma fırsatıydı bu ve kaçımız böyle bir şansı yakalayabiliyoruz ki?

Antalya böyle bir şansı yakalayabilir mi diye sordum kendi kendime. Olumlu bir yanıt veremedim. Malum Antalya'da bu sene taraftar olarak iyice üvey evlat muamelesi gördük. Ne kendi çıkarı için Antalya'yı kullanan siyasetçiler, ne de cebini Antalya'dan doldurmasına rağmen Antalya için karşılıksız bir tane çivi çakmaya yanaşmayan iş adamları hatırlandı; Mardan'da boş kalan koltukların faturası 40 kilometre uzakta bir stada mahkum edilen Antalyaspor taraftarına çıkarıldı. Yüzlerce kilometre yol gidilip deplasman yapıldı ama tribünlere çağrılan takım taraftara el kaldırıp bir selam vermeyi bile çok gördü.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz ama çoğaltmak sadece canımızı sıkar. Ben Antalyasporluyum diyen herkesin Antalyaspor'un iyiliğini istediğine eminim. Bu yüzden birbirimizden daha çok ayrışmak yerine yeniden bütünleşebilmenin yollarını aramalıyız. Yönetimi, teknik kadrosu, takımı, taraftarı ile bir bütün olabilmeliyiz yeniden. Bunun için de daha çok diyalog kurmalıyız. Sonuçta biz düşman değil, belki farklı yollardan ama aynı sevdanın peşinde yürüyen insanlarız. Bu diyalogu kurabilmek içinse böyle etkinlikleri bizim de yapmamız lazım. Birbirimizden korkmadan, birbirimize söz hakkı tanıyarak...

Böyle diyorum ama gerçekleşir mi bu yeniden bütünleşme dileklerim bilmiyorum. Ancak şu an için bu etkinlik hakkında şunu söyleyebilirim ki bazen tek başınıza otururken uzaktan mutlu bir aileyi görür, imrenerek bakarsınız ya benim de durumum aynen öyleydi bu etkinlik boyunca. Ancak bir Antalyasporlu olmama rağmen büyük de keyif aldım. Taraftar adına önemli olan böyle etkinliklerde emeği geçenlere teşekkürler...



   Not:   
Etkinlik sonrası Manisaspor maçına davet edilmiştim. Bu davet için de teşekkür edeyim. Şu an için zor gözüküyor ama gitmeye çalışacağım.

Ayrıca etkinliğin soru-cevap kısmını elimden geldiğince not etmeye çalışmıştım. Başta Gençlerbirliği taraftarı olmak üzere merak edenler buradan ulaşabilirler:





 

Onca Saat Yol Gel, Maça Gireme

Yazı biraz gecikti ama anlatacaklarım geçtiğimiz hafta oynadığımız Ankaragücü maçından... Kendi başımdan geçenleri anlatacağım ama asıl anlatmak istediklerim onca yol gelip de tribüne giremeyenler renktaşlarım...

Mart ayının benim için deplasman lanetli olduğunu Karabükspor maçının ardından yazmıştım. Ankaragücü maçı için gidememek gibi bir korkum hiç yoktu. Çünkü üniversite için 5 yıldır ikamet ettiğim Ankara artık benim için deplasman sayılmazdı. Hatta Antalya'da Mardan'a gitmeyi düşünürsek 19 Mayıs için evimin dibi desem yeridir ama bu maç için beni bekleyen başka sürprizler varmış...

Karabükspor maçı öncesinde hazırlayıp asamadığım pankartlar ve Ankaragücü maçı için hazırladığım pankartı çantama koyup maçın başlama saatinden 45 dakika önce evden çıktım. Maçtan 25 dakika önce de stada geldim. Biletimi alıp tribüne giriş yaptım. Üstüm arandı. Sıra içinde sadece pankartların olduğu çantaya geldi.
“Çantada ne var?”
“Pankart”
“Ona biz bakmıyoruz. VIP tribününe gidip oradan onay alman gerekiyor.”
“E içeri girmişim şimdi tekrar mı çıkayım? Telsizle bildirin.”
“Böyle bir yetkimiz yok.”
Sanki stada değil devlet dairesine gelmişim. "Onay için şuraya" diye yönlendiriliyorum. Neyse dedim. Daha vaktim var; çıkar, onaylatır, gelirim. Bu konuşmaların yaşandığı yerin 1 metre ötesindeki görevlinin yanına geldim ve çıkacağımı söyledim. Sanki az önceki yaşananlar 1 metre ötesinde olmamış gibi ilk başta "Çıkamazsın." dedi. Sonra durumu anlat, az önce bunu söyleyen görevliye durumu izah ettir derken sonunda merkeze anonslar geçildi, durum oraya da aktarıldı ve turnike tersine çevrildi de dışarı çıkabildim.

Koştur koştur VIP tribününe gideceğim ama neredeyse tüm yol barikatla kapatılmış. Her barikatta da 2'şer polis bekliyor. VIP tribününe gelene kadar 3 polise daha derdimi anlatmak zorudna kaldım. En son sanırım bir stat görevlisi ve bir polisin durduğu yere gelebildim.
“Pankart için onaya geldim.”
“Görevli şimdi girdi içeri.”
“E çağırın hemen göstereyim, maç başlayacak.”
“Şimdi gelemez.”
“Yahu şurası ne olacak gelse?”
“Sana sormaz herhalde bunu?”
“Bana sormaz da bu adamın işi bu değil mi? İşini yapsın yeter.”
“Uzatma hadi.”
“Bir işi de zorlaştırmadan halletseniz zaten...”
“Hadi, hadi.”

Bir kez daha neyse dedim. Pankartları bir dahaki maça kısmet diyerek yalan edeyim de bari en azından maça gireyim diye düşünerek koştur koştur bu kez bilet gişesine gidiyorum. Ben koşarken maç başladı. Bilet gişesine geldim ki kimse yok, kapalı. Erkenden tası tarağı toplamış, kapatmış gişeyi ve elinde kalan biletleri teslim etmeye gitmiş. Daha maçın başı. E ne yapacağız? “Diğer gişeye gidin” dedi polis. Havaş tarafından Gençlik Parkı tarafına başladı mı bir koşu daha... Koşarken Antalya'dan gelmiş bir Antalyasporlu'ya denk geldim. Birlikte koşuyoruz ve vardık gişeye:
“Var mı deplasman bileti?”
“Yok bizde.”
“E durum böyleyken böyle ne yapacağız biz?”
“Yapacak bir şey yok.”
“Nasıl yok yahu adam ta Antalya'dan gelmiş, giremeyecek mi? Biletleri teslime gitmiş diyorlar da arayacağımız bir numara falan.”
“Bizde yok öyle bir numara.”

Döndük geldik deplasman tribünü girişine. Kapıda birikmiş mi bilet bulamayan 15 kadar Antalyasporlu daha... Ne yapacağız diye hepimiz güvenliğe derdimizi anlatıyoruz. Israr şu bu derken “Ankaragücü tarafından şu şu numaralı kapılardan bilet alın. Ben anons geçeyim. Oradan giriş yapın, biz ara kapıyı açıp alalım.” Yine başladı bir koşu. 15 kişi haldır huldur koşuyoruz. Bu sefer maratonun arka tarafındaki gişelere. Neredeyse biz olmuşuz maraton artık. Gittik gişeye. Sadece 1 tane bilet kalmış. Yine arayabileceğimiz numara falan filan desek de bu gişede de yokmuş böyle bir numara. E yersen...

Artık ne yapacağımızı da bilmez şekilde tekrar dönüyoruz ki bilet almak için polis kontrolünden çıktığımız için stat çevresine gireceğiz diye bir üst aramasından daha geçiyoruz. “Çantada ne var?” sorusu bir kez daha geliyor ve bu sefer pankartlar inceleniyor, ediliyor ama bana faydası var mı? Yok. Herkes kafasına göre bir şeyler uyduruyor işte. İçeri geçtiğimde ise grup çoktan dağılmış durumda, ters taraftan bir Antalyasporlu geliyor. Ne yapacağız, edeceğiz derken bari girelim de Ankaragücü tarafından maçı izleyelim diyoruz. Alıyoruz biletimizi, Maraton tribününe girmeye yelteniyoruz. Turnikelerden geçişte sıkıntı yok. Üst aramasında yine çanta sorusu geliyor.
“Ne var çantada?”
“Pankart ama başımıza şunlar şunlar geldi. Biz de bari en azından maçı izleyelim diye buraya girdik.”
“Antalyalıysanız alamam, çıkın dışarı.”
“Yahu pankartı açacak halim mi var gelmişim zaten rakip takımın tribününe?”
“Olsun, giremezsiniz.”
“Çantayı şuraya(girişteki büfeyi gösteriyorum) bırakayım, çıkışta alırım.”
“Olmaz.”
“Çantada pankart var diyorum. Neyi olmaz? Kumaş bu. Patlayacak mı, edecek mi?” “Almam.”
“Tamam madem bu arkadaşı niye almıyorsun?”
“Antalyaspor forması var.”
(Antalyasporlu arkadaşa en azından o maçı izleyebilsin diye formayı çıkarmasını, maç sonunda onu bulup formayı geri vereceğimi söylüyorum.)
“Yine olmaz, Antalyalısınız.”
“E adam formayı çıkarıyor. Kim anlayacak? Kaldı ki Ankaragücü ile bir sorun da olmaz. Yıllardır dostuz.”
“Olmaz, dışarı.”
Bu sırada 7-8 Ankaragücü taraftarı da polisin yanına geldi ve girmemiz için yardımcı olmaya çalıştılar ama o da fayda etmedi. Bir süre daha ikna etmeye çalıştıktan sonra pes edip çıktık.

Dışarıda Ankaragüçlü bir baba ve 5-6 yaşlarında oğlu bekliyordu. Bizim söylene söylene çıktığımızı görünce olayı sordu. Öyle konuşmaya başladık ki onlar da benzer durumdalarmış. Biletleri var ama içeri almıyorlarmış. “Bir görevli gelecek dediler ama 10 dakikadır gelen giden yok.” dedi ve biraz daha konuştuktan sonra o da vazgeçip gitmeye karar verdi ve biletini bize verdi. Bilet kadın ve çocuk tribünün biletiydi ama deplasman tribünündeki görevlinin ara kapıyı açıp sizi alayım diye söylediği kapı numarasından giriliyordu. Yani oradan geçiş yapılabilirdi. Elimizde tek bilet olunca Antalya'dan kalkıp gelen arkadaş girsin dedim yine, bileti ona verdim. Geldik kapıya ama ne desek yine boş.

Tüm bunlar olurken ikinci yarı zaten başlamıştı. Çaresizce deplasman tribünün oraya oturup maçın bitmesini beklemeye başladık ama yine yalnız değildik. Antalya'dan gelmesine rağmen maça giremeyip de dışarıda bekleyen 7-8 kişi daha vardı. Hem 07 Gençlik ile gelen, hem de Grup 1966 ile gelen... Gidip konuştum nedir onların durumu diye kimi bilet bulamamış, kimine alkollüsün demişler ve almamışlar.

Alkol konusuna gelince stada ilk geldiğimde Havaş tarafında 10-15 Antalyasporlu oturuyordu. Deplasman tribününe ilk girdiğimde 07 Gençlik'ten Metin Çelik sanırım bu grubun alınması için uğraşıyor, "Alkol testi yap. Alkollü çıkan olursa alma ama kafanıza göre iş yapıyorsunuz." diyordu. Sonrasında kendi derdime düşünce bu grup içeri girebildi mi, girdiyse ne kadarı girdi bilmiyorum ama bu grubu da hesaba katarsak maça girmek isteyip de giremeyen en az 45-50 Antalyasporlu vardı o gün.

Yaşanan sıkıntıyı kendim adıma o gün de dert etmedim, bugün de dert ettiğim kişi kendim değilim. Dışarıda kalan Antalyasporlulardan öğrendiğime göre 11 saatte gelmişler Ankara'ya. Yazık günah değil mi gelinen onca saat yola? Yazık günah değil mi bu insanlara?




 

29 Mart 2012

Mutlu Elvedalar da Varmış

Erdal Tosun'un aforizmaları ile süslenmiş Rina'daki en meşhur sözleri idi 'elveda' hakkında olanları. İnsanlar o filmi izlerken düşüncelere dalıp gitmiştir. Belki elveda ettikleri aklına gelmiştir, belki de yanlarındaki kişiye elveda demek zorunda kalırlarsa ne yapacaklarını düşünmüşlerdir. Elvedalar acıdır, insanı telafisi mümkün olmayan bir yola sokar, yalnız bir hayata sürükler genelde.


"Gideceği yer neresi olursa olsun sevdiklerinle arana mesafe girince varış yerinin bir anlamı kalmaz. Vedalaşmak asıl kalana değil, gidene koyar." diyordu Erdal Tosun. Pazar günü Mardan Stadı'nda son maça çıkıyoruz. 2 yıl boyunca bize türlü eziyetler çektiren, bizden geleceğimizi çaldığı gibi günümüz için de telafisi zor yaralar açtı tribünlerimizde ama işte ayrılıyoruz Mardan'dan.

Işıklar'dan ayrılırken çok koymuştu elveda demek. Işıklar evimizdi, yuvamızdı ama işte artık yorulmuştu o da, taşıyamıyordu yaşlı kolonları bizi. Kucaklayamıyordu eskisi gibi sevdalıları. Oradaki elveda acı idi ama Antalyaspor'un peşinden Mardan'a bile gidilecekti.

Ancak şu anki durumda Erdal Tosun'un bahsettiği elveda bu sefer bize pek uygun kaçmadı. Bizim gideceğimiz yer yine sevdamızın yanı. Biz yine sevdamıza varacağımız için Fizan bile olsa varış noktamız en anlamlı yer bizim için orası. Bu sefer kalan Mardan olacak. 2 sene önceki gibi yine yalnız kalacak olan o. Antalya'nın en önemli markasını, Antalya'nın en güzel yanını yitiren o ama bu sefer elveda derken mutlu olan biziz. Mardan misafirinin üzerinden istediğini almış olabilir ama artık misafiri terk ediyor onu.

"Bak şarabımla beraberim. Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum. Şarabımdan ayrılmadan hem de. Ben şarabımdan ayrılmıyorum. O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor. Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa? Hayallerimizi satmadık ya?" diyerek sonlandırıyordu filmi Erdal Tosun.

Şimdi biz de kendi filmimizin sonundayız. İşte bu noktada Erdal Tosun'un sözleri bizi anlatıyor. Biz çocukluğumuzdan beri Antalyaspor ile beraberiz. Biz çocukluğumuzdan beri belki de hiç gerçekleşmeyeceğini bilsek bile şampiyonlukluklar, kupa sevinçleri yaşıyoruz hayallerimizde. Büyük takım olamıyoruz belki, mizacımız uygun değil belki de büyük takım olmaya ama hayallerimizi de satmıyoruz. İşte Mardan yüzünden unutulmaya yüz tutmuş hayallerimize de geri kavuşuyoruz. Geçici olarak Akdeniz Üniversitesi'ne taşınsak da artık Antalyaspor'un kendi şehrinde olacağının mutluluğunu yaşıyoruz.

Elveda gri stad Mardan... Tek şerit yolunu, etrafındaki tarlalarını, sivrisineklerini, çamur deryası otoparkını, ücretli tuvaletlerini, her ayağa kalktığında kapanan koltuklarını, seni "bizden" korumaya çalışan jandarmanı, ANTALYA yazmayan tribünlerini inan hiç sevmedik. Bizden bu kadar. Haydi eyvallah!







 

27 Mart 2012

Başımız Sağolsun | Haktan

Geçtiğimiz günlerde okulda beden eğitimi dersinde yaşadığı kazadan sonra yoğun bakıma alınan Haktan'dan hiç beklemediğimiz kötü haber geldi. 07 Gençlik'in küçük üyelerinden biri olan, daha hayatının başında, Antalyaspor aşkı ile büyümeyi bekleyen küçük kardeşimiz maalesef vefat etti.

Ölümün her türlüsü erkendir ama bu hiç olmadı be Haktan. Alican'a selam götür bizden, mekanın cennet olsun.





 

26 Mart 2012

Adaletin Bu Mu TFF?

Resmi olarak açıklanmadı ama tarafsız sahada oynanacak olan Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final maçlarının nerelerde oynanacağı dedikodularla belli oldu gibi... Çeyrek final maçları İstanbul ve Ankara'da oynanacakmış; bizim maç da 11 Nisan'da Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'na verilmiş.

Maçtan önce herkes tartışıyordu acaba maçı nereye verirler diye. En mantıklı seçenekler iki şehre de eşit mesafede sayabileceğimiz Konya ve Denizli idi. En olmadı İzmir'e verirler diyorduk da İstanbul olması tam saçmalık oldu bizim için.

Bir kıyaslama yaptığımız zaman İstanbul'un -bir otobüs firmasının verdiği bilgilere göre- Eskişehir'e uzaklığı 4,5 saat; Antalya'ya uzaklığı ise 12 saat... Otobüs firmaları ile 12 saat süren yolculuk tahmin edeceğiniz üzere deplasman otobüsleri ile 15-16 saati bulacaktır.

Kaldı ki bu maçlar hafta içi oynanacak. Bu durumu da düşünürsek Antalya'dan bu maça gelmek isteyen çalışan, öğrenci vs. en az 30 saatini yolda geçireceğini bile bile hafta içi bir günde nasıl bu deplasmana gelecek diye federasyonda hiç düşünen oldu mu acaba? Ama tabii ya taraftar kimin umrunda ki?

Diğer şehirlerin maçlarına baktığım zaman bu konuda pek sıkıntı gözükmüyor. Bizden başka bu sıkıntıyı yaşayacak olan şehir takımı olarak Sivasspor'u düşünebiliriz ama İstanbul'daki Sivaslı sayısı da malum.

Her şeyi geçtim; "Türkiye" Kupasını neden iki büyük şehire sıkıştırıyorlar anlamak mümkün değil. Hem tüm Türkiye futbolu sevsin, futbolu yaşasın diyoruz. Hem de ülkenin en önemli kupa maçlarını, Ankara ve İstanbul gibi her hafta süper lig maçlarının oynandığı bir şehire veriyorsunuz. Nedir bu İstanbul, Ankara sevdası anlamak mümkün değil.

Umarım gelen bu duyumlar yalandır da mantıklı şehirler gelir ama hiç umudum yok. TFF bu sene eleminasyon sistemi getirerek hepimiz mutlu etmişti ama önce yaşattığı belirsizlik, ardından da bu adaletsiz şehir seçimi herkeste hayal kırıklığı yarattı.







24 Mart 2012

Ligde Kalın Gelin

Kupada kimsenin beklemediği bir şekilde tur atlamamızın ardından bir de kurada Eskişehir'i çekince içimizdeki heyecan yine tavan yaptı kupa adına ama şu an için daha önemli olan lig tabii ki. 'Kağıt üzerinde' en şanslı gözüktüğümüz maçlardan birisini oynayacağımız bu hafta belki de dananın kuyruğunun kopacağı hafta olacak. Dolayısıyla bu hafta ligi garantiye alıp sonrasında kupaya yoğunlaşmalıyız.

Eksiler var, ancak bu eksikler önemli olmamalı bizim için. Ankaragücü genç, kendini ispatlamak isteyen futbolculardan kurulu, düşmüş olmasına rağmen hırslı bir ekip... Bizim de gol yollarıdanki sıkıntımız malum. Bu durumdan ötürü eğer gol yersek tırnaklarımızı yiyeceğimiz bir 90 dakika bizi bekler. Futbolcuların artık hiçbir bahanesi olmamalı, yenip gelmeliler Ankaragücü'nü.

Geçen hafta Eskişehir maçında ayağa kalkan Antalya firmaları, beklenildiği gibi bu hafta kayboldular. O kadar çağrıya rağmen hiç kimse bir tane bile otobüs vermeye yanaşmadı. Gerçi dediğim gibi bu beklenendi. Yıllardır zaten deplasmanlara kendimiz gidiyoruz, ihtiyacımız yok kimsenin otobüs vermesine ama şu gösteriş işi işte canımızı sıkıyor bizim.

07 Gençlik imkanlarını zorlayarak 3 otobüsü hazır etmiş ve Antalyaspor taraftarı için ücretsiz olarak ayarlamış. Bu gece 00:00'da lokallerinin önünden armanın peşine düşecekler. Hem onlara, hem de münferit gidecek olanlara hayırlı yolculuklar... Özgün yarın orada olacak, benim de akşam üzeri birkaç girişimim olacak gibi Ankara'ya gitme konusunda. İnşallah orda görüşürüz. Eğer gelemezsem de Güçlü arkadaşlara bol bol selam olsun.




 

23 Mart 2012

ZTK Çeyrek Final | Eskişehirspor

Kuralardan önce hep yarı finalde Eskişehir, finalde Bursaspor ile karşılaşalım diye düşünüyordum. Hayal işte... Bugün kuralar çekildi. Çeyrek finalde Eskişehirspor ile karşılaşıyoruz, eğer turu geçersek rakibimiz Sivasspor-Bursaspor karşılaşmasının galibi olacak. Olabilecek belki de en zor 'gruba' düştük.

Pazartesi günü maçın oynanacağı stat belli olacak. Ancak açık konuşayım Eskişehirspor maçı beni korkutuyor. Eskişehir'e bir türlü şansımız tutmuyor. 2009 senesinden beri yaptığımız 9 karşılaşmanın sadece birinde galibiyet almışız; o da Türkiye Kupası grup maçlarında. Eğer istatistiklere sarılacaksak, Türkiye Kupası maçı olması bir nebze ümitlendirir.

Trabzonspor maçı hakkında yazarken kupadan ümidimizin kalmadığından bahsetmiştim ama Trabzon'u eleyince futbolcular tekrar umutlandırdı bizleri. Haftasonu Ankaragücü maçının sonucuna göre ligteki durumun belirginleşmesinden sonra kupaya hangi gözle bakacağımızı da düşünmeye başlarız. Hayırlısı olsun ne diyelim ve totemimize devam edelim.






22 Mart 2012

9 Taraftarın Gözaltına Alınmasına Dair

Geçtiğimiz pazar günü Vip TV'deki Spor Sever programını izliyordum. Yayına Grup 1966'dan İsmail Bulut katıldı ve Eskişehirspor maçı öncesinde yaşadıkları olayı anlattı. Onun anlattıklarını dinleyebildiğim kadarıyla yazacağım. Dinleyebildiğim kadar diyorum; çünkü internetimdeki sıkıntı nedeniyle yayını donarak izleyebildim. Anlattıklarımda varsa bir hata düzeltirim.

İsmail Bulut'un anlattığına geçtiğimiz hafta sonu oynanan Eskişehirspor maçı öncesinde pankart hazırlamak için çarşamba pazarının kurulduğu alanda toplanmışlar. Pankartlara başlayıp yarısına kadar geldiklerinde bir anda karşılarında polisi bulmuşlar. Hayırdır falan filan derken polis müdahale etmiş. Pankartların yarım kaldığını, bir 10 dakika izin vermelerini istediklerinde ise polis “Size mi kaldı Antalya için pankart hazırlamak!” diyerek pankartların üzerine basmaya başlamış. Pankartların arasında Afganistan'da hayatını kaybeden 12 askerimiz için hazırlanan üzerinde Türk bayrağı yer alan pankartın bile üzerine basmaktan geri durmamış polis. Yaşanan olay sırasında biber gazı dahi kullanarılarak pankart hazırlamak için toplanmış 9 kişi elleri tersten kelepçelenerek gözaltına alınmış. Gözaltına alındıktan sonra da kötü muamele devam etmiş. Doktor kontrolü sırasında da hiçbir alkol kontrolünden geçirilmeden dosyaya 180 promil alkollü olarak yazılmışlar. Tüm bu yaşananlar üzerine grup üyeleri konuyu hukuka taşıyarak haklarını aramak için yargıya başvurmuşlar.

İsmail Bulut'un canlı yayındaki iddiaları bunlar. Şu ana kadar karşı tarafın herhangi bir açıklamasına şahit olmadığım ve olayı sadece bu programda duyduğum açıklamalar kadar bildiğim için iddia diyorum ama bu olaylar gerçekten yaşanmışsa o gün gerçek bir skandal yaşanmıştır demektir.


Antalya polisinin Antalyasporlu taraftarlara karşı kötü tutumuna Atatürk Stadı günlerimizde tanık oluyorduk. Başka şehirlerde normalde polis deplasman tribününe sorun çıkartırken Antalya genellikle biz deplasman taraftarı muamelesi görüyorduk. Yukarıdaki foto Yeni Kale'nin açıldığı Antalyaspor-Bursaspor maçında yaşanan olaylar sırasında... Kasklı 3 polisin yüzündeki ifade burada kuracağım cümlelerden çok daha fazlasını anlatıyordur zaten.

Dolayısıyla iddiaların polis boyutunda yaşananların gerçekte olmaması için ben hiçbir neden göremiyorum. Ancak bu iddialar arasında önemli bir nokta da taraftar üzerinde bu polis baskısının kulüpten bazı kişilerin isteği doğrultusunda uygulandığı... Özellile Grup 1966 üyelerinin Mardan Stadı'nda yaşadıkları muamele açık tribündeki Antayasporlular tarafından gayet açık şekilde görülüyor. Girişlerde yaşadıkları sıkıntılar, tribünde yaşadıkları sıkıntılar, iptal edilen kombineler... Bunca olayın üstüne yaşanan bu gözaltılar insanı ister istemez bu iddiaya inanmaya götürüyor. Buna rağmen bu konu hakkında şu anki bilgimle herhangi bir yorum yapmak istemem ama kısaca şunu söyleyeyim ki bu konu dahil bu iddialar tamamıyla gerçekse ve armanın gerçek sahibi taraftar üzerine böyle bir baskı kurulmak amaçlanıyorsa Antalya'da bazı dengelerin köklü bir değişikliğe ihtiyacı var demektir ve bu dengeyi değiştirmek taraftara düşer ki bu da grupçuluk yapmadan, geçmişe takılmadan taraftarın birbirine arka çıkmasıyla mümkün olabilir ancak.

Neyse olayın iç yüzünü bilmeden çok fazla yorum yapıp tansiyon yükseltmeyelim. En iyisi mi daha önce de belirttiğim gibi karşı tarafın söz hakkına saygı duyarak bu anlatılanlara şu an için iddia diyelim ve bu yazıyla bu iddiaları bir de biz dile getirmiş olalım. Bakalım sorumlulardan ne gibi bir açıklama gelecek...




 

21 Mart 2012

Aklımdaki Düşünceler

TribünDergi'deki Eskişehirspor maçı tartışmaları sırasında Süleyman Kamış'ın (Holigantalya) aşağıdaki yorumu hepimizin yaşadıklarını özetlemiş. Okumayan varsa okusun istedim.

Mardan yolunda takımı düşünmeye çalışıyorum. Olmuyor. Yapamıyorum. Hasan Akıncıoğlu'nun o soğuk yüzü ve bakışları beliriyor zihnimde. Şifo'nun her zamanki ezbere maç sonu açıklamaları... Biz deplasmandan dönmek için otogara yetişmeye çalışırken sahada elinden geleni yapmadığını bariz anladığımız ama yüzbinlerce lira kaldıran adamın pişmiş kelle gibi sırıtarak son model jip ile uzaklaşması canlanıyor. Medical Park yerleştirilen armamız canlanıyor. Yol bitiyor. Tribünlerin halini görüyorum. Gelecek hafta gelmeyeceğim diyorum. Her ne olursa olsun takım bu haldeyken gelmen gerekiyor diyor içimden bir şey. Yine gidiyorum. Ailesi yüzünden ayrıldığım eski sevgilimin ölüm döşeğinde olup son bir kez beni görmek istemesi gibi bir şey. Nasıl olur da barışırız. Ne olur da alır gönlümü aşkım bilmiyorum. Başarısız olsak da alt ligte olsak da mutluyduk be abi. O günleri geri verin bize. Bu takımın gerçek sahipleri biziz. Siz bırakın gidin. Bizi anlayan birileri gelsin.





 

NOSTALJİ: Bir Antalyaspor Şiiri

Bugün öğrendim ki 21 Mart'ın özelliklerinden birisi de Dünya Şiir Günü olmasaymış. O zaman biz de bugünü Bahattin Tüzün tarafından Antalyasporumuz için yazılan ve 28 Kasım 1967 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan bir şiirle kutlamış olalım.






ZTK 4. Tur | Trabzonspor Maçı Sonrası

Kupadan elenmek beni üzerdi ama aklımda pazar günkü kritik Ankaragücü maçı varken bu maçın ne olacağını pek düşünemiyordum açıkçası. Benim için asıl önemli olan maçın uzamaması, oyuncuların yorulmamasıydı.

Maçın ilk yarısında son haftalardaki oyunumuzdan farklı bir görüntü yoktu. Kötü bir futbol sergiliyorduk. Ben de maç öncesindeki düşüncelerimi koruyordum ama tam ilk yarı biterken Emrah'ın frikikten attığı gol içimdeki ilk heyecan kıvılcımını yakmıştı.

İkinci yarı başlarken bir parça daha heyecanlıydım ama bende yine uzatmalarda veya penaltılarda elenmektense bu 90 dakika içerisinde elenelim düşüncesi hakimdi. Sonra Süleyman Abay'ın yönetimi, Burak Yılmaz'ın her zamanki gibi sahadaki Antalya düşmanlığı derken bir anda kendimi maça kaptırmış şekilde buldum. Yerimde duramıyordum. Sahadaki oyuncuların kazanma arzusu benim aklıma da artık "Bu turu geçmeliyiz, geçeceğiz." düşüncesini kazımıştı.

Maçın normal süresi 1-1'lik eşitlikle bitince hiç istemediğimiz uzatma dakikalarına geçildi. İşte kazanmak istememiz için bir neden daha çıkmıştı ortaya. Uzatma dakikaları başlar başlamaz Mehmet Eren'in ortası Musa Aydın'ın volesiyle attığımız güzel gol bizi bir kez daha öne geçirirken golü keşke bu ikili böyle golleri bütün sezon atmış olsalardı dedim içimden.

Maçın kalan dakikalarında da üstünlüğümüzü koruduk. Son 5 maçta geçit vermediğimiz Trabzonspor'a bir kez daha geçit vermeyerek hem Antalya'nın 'her yer' olmadığını bir kez daha göstererdik hem de turu geçen taraf biz olduk. Haftalardır kazanamıyorduk, bu galibiyetle bu kötü seriyi bozmuş olduk. Maçın uzatmalara gitmesi yorulmamıza neden olsa da turu geçmemiz Ankaragücü maçı öncesinde önemli bir moral oldu.

Çeyrek finaldeki rakibimiz cuma günü çekilecek kura ile belirlenecek. Ligi en kısa şekilde garantiye alıp bu kupa yolunu sonuna kadar yürüyelim artık. Bu sezonun tesellisi kümede kalmak değil, bu kupayı almak olsun.









20 Mart 2012

ZTK 4. Tur | Trabzonspor

TFF'nin unuttuğu kupadan bizim de çok umudumuz kalmadı bu sene. Gaziosmanpaşa maçından sonra umudumuz vardı açıkcası kupadan yana. Takımın o zamanlar ligteki durumu, takımın performansı bize ikinci play-off kasacağımıza kupa kovalayalım dedirtiyordu.

Ancak olaylar hiçkimsenin beklemediği bir şekilde gelişince kupadan da vazgeçmek zorunda kaldık. Trabzonspor aslında fena bir kura değildi ama hafta sonu oynanacak Ankaragücü maçı çok daha önemli bir hale geldi. Kaldı ki önemli olmasa da bu takıma kimsenin güveni kalmadı.

Yarın maça çıkacak kadroda Uğur İnceman, Ali Tandoğan, Tita gibi futbolcular yer almayacak. Sakat oldukları ileri sürülse de bana çok inandırıcı gelmiyor. Buna karşılık Trabzonspor'un tam kadro sahada olması bekleniyor.

Saat 18:00'da en ucuz biletin 100 Lira olduğu karşılaşmada 1000 kişi belki izler maçı. Sonra da taraftar yüzünden eleniriz belki. Neyse biz yine de totemimizi yapalım, aşağıdaki resmi yükleyelim.







18 Mart 2012

Eskişehir Maçında Tribün

Maçın heyecanı ile 90 dakika boyunca pek fotoğraf çekmek aklıma gelmiyor. Ben de maç öncesi, devre arası elimden geldiğince çekiyorum fotoğraf. Bu maçta yine abilerimizle tribünde olmanın, armanın yanında ne olursa olsun durmanın keyfini yaşadık. Her ne kadar boynumuz bükük ayrılsak da tribünden.

Sizinle beraber bu armanın peşinden koşmak bizim için büyük şans.












17 Mart 2012

Bir Puana Sevinelim Mi?

Eskişehirspor ligin 5. sırasında olan bir takım olarak zorlu bir rakipmiş. Bana ne yahu? Bugün Eskişehir çok iyi oynadı da mı kazanamadık, biz topumuzu oynadık da kazanmaya mı gücümüz yetmedi?

Kazanamıyorsan kaybetmeyecekmişsin. 'Kazanamıyorsan' mı? 90 dakika boyunca bir tane kaleyi bulan adam akıllı topumuz yokken biz bugün kazanmak için ne yaptık?

İstense böyle böyle daha çok bahane sıralanabilir. Ancak hiçbir bahane bu maçtan 1 puan almamızı açıklamaya yeterli olmaz. Çünkü düşmemek için oynayan bir takımın kendi sahasında maç kazanamamasının bir bahanesi olamaz. Kaldı ki bu maçta kazanmanın yakınından bile geçemememişken... Dolayısıyla bu maçta aldığımız bir puan istenildiği kadar allanıp pullanılmaya çalışılsın gözümde mağlubiyetten farkı yoktur. Bugün hanemize yazılan 1 puandan daha önemlisi hanemize yazılmayan 2 puandır benim için.

Bugün kaybettiğimiz sadece 2 puan da değil; ligte kalma yarışında rakiplerimize karşı psikolojik üstünlük kurma şansımızı da kaybettik o bu 2 puanla birlikte. Kazansaydık hem Manisaspor'un hem de Samsunspor'un direnci önemli anlamda kırılacaktı ama şimdi iyice iştahlandılar. Kendinizi bir Manisalı olarak düşünsenize. “Kazanırsak fark 1'e düşecek” düşüncesiyle yarın için nasıl umutlanacağınızı düşünün. Bu umudu vermemeliydik rakiplerimize. Bugün gerekeni yapmalı, Eskişehirspor'dan o 3 puanı söke söke almalıydık.


Gerekeni yapmak demişken daha geçen hafta işimizi 15 dakikada bitiren Karabük'ün performansına bir bakalım. Tüm ilk yarı boyunca sadece 3 galibiyet alan takım ligin ikinci yarısında kendi sahasında bir tek puan bile kaybetmedi. Tam 7 haftadır kazanıyorlar. Kolay rakipleri mi yenmişler? Ben sayayım siz karar verin: Gençlerbirliği, Trabzonspor, Manisaspor, Samsunspor, Fenerbahçe, Ankaragücü ve biz...

Biz böyle bir şeyi yapamayacak güçte bir takım mıyız? Karabükspor bizden daha mı iyi takım? Hayır ama biz ne yapıyoruz? 7 tane değil, belki de bir tane galibiyetle kendimizi bu ateş hattından uzaklaştırabilecekken 4 haftadır sürünüyoruz.Hal böyleyken de kimse benden 1 puana sevinmemi beklemesin. Hem unutulmasın ki 1 puana sevinmek; "Oh çok şükür ki yenilmedik" demek, buna sevinmektir. Söylesenize biz bu kadarlık takım mıyız?







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...