31 Ocak 2013

ZTK B Grubu | Beklenen Galibiyet

Mağlubiyetlerle başlayan sezonun ikinci yarısındaki 2. galibiyetimizi aldık. Normal şartlarda maç öncesinde bu maçtan rahat bir galibiyet almayı beklerdim ki maç öncesi beklentim rahat olmasa bile galibiyetti. Ancak sezonun ikinci yarısında galibiyet beklediğimiz birçok maçtan puansız ayrıldık. Bu yüzden bir yandan da hem yoğun fikstürümüzün sonuna denk gelmesi hem de yönetimin transfer yapmama inadı ile iyice başımıza bela olan sakatlıklar nedeniyle bu maçta bir sürpriz yaşanmasından korkuyordum.

Maçın başlamasıyla goller arka arkaya geldi. 40. saniyede skordaki eşitliği bozan Diarra'nın attığı iki kafa golüyle 5. dakikada 2-0 öne geçmiştik bile. Diarra ilk haftalarda tutuk başlamıştı ama sonrasında golleri hem atmaya hem de attırmaya başladı. Son haftalarda takımın en fazla mücadele eden isimlerin başında geliyordu. Bu iki golle de yükselen performansının karşılığını aldı, umarım almaya da devam edecek.


İlk 5 dakikada 2-0'ı yakaladıktan sonra bizim için önemli olan kontrollü bir futbolla kendimizi çok yormamaktı ki bunu da büyük ölçüde başardığımızı söyleyebiliriz. Bulduğumuz fırsatları iyi değerlendirerek 2 gol daha attık ve karşılaşmadan 4-2 galip ayrıldık. Yediğimiz iki gole ben pek takılmama taraftarıyım. Maç erken kopunca oyun içerisindeki rahatlama ve oyuncuların sakatlık ve yorgunluğu düşünerek çok fazla yüklenmemesi nedeniyle normal diyebiliriz.

Bu maça kadar B Grubu'nda puan alamayan Mersin İdman Yurdu ligdeki sıkıntılı durumu nedeniyle kupayı zaten gözden çıkarmıştı. Dolayısıyla ilk maçta deplasmanda 5-0 yendiğimiz Mersin'e Antalya'da yenmeyi çok ciddiye almayanlar olabilir ama bizim kötü gidişatımız içerisinde ben bu galibiyeti önemsiyorum. Hele böylesine rahat bir galibiyeti...

Maçın yıldızı tartışmasız Diarra... İlk maçta da Mersin'e 2 gol atmıştı, bu maçta da attığı iki golün yanı sıra bir asist yaptı ve savunma anlamında da ciddi katkı sağladı. İlk 45 dakikanın sonrasında oyundan alınması da doğru. Dinlendirilmiş oldu. İkinci yarıda onun yerine ileri uçta 'yıldızımız' Mehmet Eren oynadı. Bu onun için büyük bir fırsattı. Bu yüzden ikinci yarı boyunca her pozisyona dikkat ettim. Yaptığı bir asiste rağmen yine bildiğimiz Mehmet Eren'di.

Maçta dikkat çeken bir isim de Emrah Başsan'dı. Son haftalarda sıkça eleştiriliyordu. Geçen hafta ben de bu eleştirileri haklı bulmuştum. Ancak bu maçtaki performansıyla takımın iyilerindendi, istekliydi. Bu futbolu sonucunda bir de gol attı. Golden daha dikkat çeken ise gol sevinci sırasında armayı öpmesiydi.


Bugün Eskişehirspor'un Trabzonspor'u 1-0 yenmesiyle gruptaki son maçta Trabzonspor'u yenmemiz şart... Çünkü Eskişehir'in MİY karşısında puan kaybetmesi pek olası değil. Zaten yarı finale çıkacaksak kendi işimizi kendimiz görelim. Trabzonspor'u yenersek doğrudan yarı finale çıkacağız. Çünkü Eskişehir MİY'i yense bile 3'lü averajda avantaj Trabzonspor ile bizde... Hatta Trabzonspor'u 2 farklı yenersek grup lideri olarak çıkacağız ki grup lideri olursak yarı finalde rakibimiz Fenerbahçe yerine Sivasspor olacak.

Devre arasında gerekli transferleri yapmayan yönetim yüzünden kadromuz son derece sınırlı kaldı. Normal şartlarda kesinlikle iki kulvarda da sonuna kadar mücadele etmeyi savunurum ama bu sınırlı kadro nedeniyle eğer kısmetimizde kupada sonuna kadar gitmek yoksa bence gruptan çıkmanın da çok bir önemi yok diye düşünüyorum. İki kulvarda birden yıpranmaktansa gücümüzü lige veririz. Dolayısıyla yukarıdaki olasılıkların hangisi gerçekleşir bilmiyorum ama bizim için hayırlısı olsun.





28 Ocak 2013

İkinci Yılın Ardından

28 Ocak 2011 günü yayın hayatına başlayan 07harfli Blog bugün 2. yılını doldurdu. Bu iki yıl içerisinde toplam 381 yayın paylaştık ve blogumuz toplam 132 bin kez görüntülendi. Geçen yıl bu sayı 142 yayın ve 50 bin sayfa görüntülemesiydi.

Geçen yılki 1. yıl yazımızda yaptıklarımızı ve yazdıklarımızı özetlemeye çalışmıştık. Ancak bu yıl daha çok takip edildiğimizi düşündüğümüz için bunları anlatarak sizleri sıkmak istemiyoruz. Zaten 07harfli Blog'un bugünleri görmesinde en az bizim emeklerimiz kadar önemli olan unsur sizlerin bizlere verdiği destek ve blogumuza yaptığınız katkılardır.

Bu iki yılın sonunda bizler hala aynı istekle yazmaya devam ediyoruz, sizler de aynı istekle paylaşımlarımızı takip etmeye devam ediyorsunuz. Dolayısıyla tüm takipçilerimize teşekkür ediyoruz. Ayrıca yorumlarıyla, fotoğraflarıyla blogumuza katkı veren; yazılarımızı paylaşarak daha çok kişiye ulaşmamızı sağlayan takipçilerimize; 07harfli Blog'a blog listelerinde yer vererek sesimizin farklı camialara ulaşmasını sağlayan bloggerlara sonsuz teşekkür ediyoruz.

İlk gün dediğimiz gibi bugün de "Her şey Antalya için, her şey Antalyaspor için!" diyoruz ve daha nice seneyi sizlerle birlikte kavgamızı da sevdamızı da daha da büyüterek geride bırakmayı diliyoruz.






 

Kaşınıyoruz

Geçen sene "homurdanmayın" dediler. Biz doğru bildiğimizden şaşmadık ve Antalyaspor için homurdanmaya devam ettik. Geçen zaman da haklı olanın bizler olduğunu göstermişti. Bu sene de "kaşınmayın" diyorlar. Biz doğru bildiğimizden yine şaşmayacağız ve Antalyaspor için kaşınmaya devam edeceğiz. Geçen zaman yine bizim haklı olduğumuzu gösterecek. Aslında önemli olan da haklı olan taraf olmak ya da olmamak değil; bizler için önemli olan Antalyaspor bayrağını daha yükseğe, en yükseğe taşıyabilmek...


Biz "Arzumuz yöneticisiyle, teknik kadrosuyla, takımıyla, taraftarıyla, çalışanıyla, her bir mensubuyla büyük bir aile olan Antalyaspor..." dedikçe siz taraftarı kendinize daha çok düşman bildiniz. Taraftarın üzerine polisinizle geldiğiniz, özel güvenliğinizle geldiniz. Yeri geldi stat kapılarında coplar indi, biber gazları sıkıldı bu taraftara; yeri geldi sırf pankart boyuyor diye karakola düştü bu taraftar...

Biz bir aile olalım dedikçe siz taraftara niçin böyle davranıyorsunuz ben söyleyeyim. Çünkü aile demek paylaşmak demektir. Sevinci paylaşmak, üzüntüyü paylaşmak demektir. Ancak siz hiçbir şeyi paylaşmak istemiyor, aksine Antalyaspor'u kendi çıkarlarınız için kullanmaya devam etmek istiyorsunuz. Bu yüzden de taraftarı kendinize düşman biliyorsunuz.

Siz bu yoldan dönmedikçe biz homurdanmaya da kaşınmaya da devam edeceğiz. Bizim için tek doğru Antalyaspor ve sizin Antalyaspor'u kendi çıkarlarınız uğruna kullanmanıza izin vermeyeceğiz.




 

STSL 19. Hafta | Bahanemiz Hakem

Kötü gidişat devam ediyor ama bu gidişata dur diyebilmemiz için çözüm üretmesi gerekenler gerçeklerden kaçıp bahanelerin arkasına saklanmayı sürdürüyor. Örneğin maçtan sonra yönetim hakeme laf ediyor, Mehmet Özdilek hakem için "Bugün hakemle ilgili iyimser düşüncelere sahip değilim." diyor Evet, hakem kötüydü. Kayserispor'un ilk golünde top açık bir şekilde dışarıdan çevriliyor. Hakemin başka hataları da vardı ama benim anlamadığım bugün hakem dört dörtlük maç yönetseydi değişen ne olacaktı?

Kayserispor 18 maçta yediği 31 golle Süper Lig'in en fazla gol yiyen takımı ama biz bu takıma gol atamadık. Gol atamamayı bir kenara koyuyorum, neredeyse adam akıllı pozisyonumuz bile yok. 70 dakikasını 2-0 yenik durumda oynadığın maçta hala rakibin üzerine gidemiyor ve hala pozisyona dahi giremiyorsan bir zahmet bırak hakem makem demeyi de kendi yanlışlarına bak.


Bugünkü mağlubiyetle birlikte sezonun ikinci yarısındaki ilk 6 maçta 1 galibiyet 5 mağlubiyet almış olduk. Bu mağlubitlerden 2'si kupada 3'ü ligde... Kupadaki mağlubiyetler yine bir derece anlaşılabilir belki ama ligde görece zayıf takımlara mağlup oluyoruz. Oynadığımız haftalardaki sıralamalarına göre yazarsam 18. Akhisar'a, 11. Gençlerbirliği'ne, 15. Kayserispor'a yenildik. Bu mağlubiyetlerle ligde 3 maçlık bir yenilgi serisi içerisindeyiz ki bu haftalarda 0 çekiyorsak zorlu haftalar geldiğinde bu gidişle işimiz iş...

İlk yarıdaki performansın ardından ikinci yarıda böyle bir tablonun ortaya çıkmasında en büyük sorumlu basiretsizliği nedeniyle yönetimdir. Hedefsizlikle bu takımı sağa sola savrulmasına neden oluyorlar. Yönetimin ardından ikinci sorumlu düzeltemediği hatalarıyla Mehmet Özdilek'tir. Son olarak da sorumlu takımdaki malum birkaç isim ki artık bu isimlerin kimler olduğunu sanırım herkes çok iyi biliyordur. Yoksa bu isimler dışında asla takımın geneliyle ilgili bir sıkıntımız yok. Çoğu elinden geleni yapmaya çalışıyor ama birkaç isim ortaya koydukları 'futbol' ile arkadaşlarının emeğine ihanet ediyor.

Ligde şu an için liderliğin 6 puan gerisindeyiz ama düşme hattından da sadece 10 puan uzaktayız. Sanırım her puanın önemini uzun uzun anlatmama gerek yok. İki galibiyetin bizi bir anda zirveye taşıyabiliyeceğini veya iki mağlubiyetin bizi bir anda dibe vurdurabileceğini puan durumuna bakan herkes kolayca görebiliyordur herhalde.

Bu işin artık şakası kalmadı. Bugün auta çıkan topu görmedi diye hakemi eleştirenler haftalardır söylememize rağmen Antalyaspor'un liderlik yarışında auta çıkmak üzere olduğunu görmezden gelmiyorlar mı? Artık kendinizi kandırmayı da, taraftara yalanlar söylemeyi de bırakın ve bu gidişata dur diyecek adımları bir an önce atın.




 

26 Ocak 2013

ZTK B Grubu | Kaçan Kaçana

Eskişehir'e eksik kadroyla gitmemize rağmen gün içerisinde pek çok kişi Eskişehir maçı hakkında umutlu konuşuyordu. Ben ise bu maçı deplasmanda bir puanın iş yapacağı maçlardan biri olarak görüyordum. Ancak maçın başında Tello'nun gördüğü kırmızı kartla ben de bu maçtan 3 puan bekleyenler grubuna katıldım.

İlk yarıdaki oyun aslına bakarsanız genelinde tatmin ediciydi. Bir ara bocalasak da çoğu zaman baskıyla rakibi yarı sahasından çıkartmayıp pozisyon kovalıyorduk ama net pozisyona girmek konusunda çok da başarılı olamıyorduk ki Aissati'nin ortasına Uğur İnceman'ın kafasıyla ilk yarıyı 1-0 önde kapatmayı başardık. 


İkinci yarının ilk 15-20 dakikasında da aslında aradığımız pozisyonları bulduk. 2-0'ı yakaladığımız an Eskişehir'in geri dönüş yapma şansı sıfırdı ama Eskişehir duran toptan golü bulunca skorda beraberliği, oyunda moral üstünlüğü ele geçirdi bir anda.

1-1'den sonra yapmamız gereken kırmızı kart sonrası kurduğumuz baskının bir benzerini kurarak rakibin topla oynamasına izin vermemek olmalıydı. Böylece beraberliği yakalayan rakibin 3 puan için umutlanmasını engellemeliydik. Neredeyse tüm maçı 10 kişi oynayan rakibi son dakikalarda ayakta tutabilecek en önemli etken umuttu. Ne yazık ki biz bu umudu fazla fazla verdik.

İyi pozisyonlar bulmasına bulduk ama rakibe de pozisyonlar vererek oyunun içinde kalmasını, umudunu daha da artırmasını sağladık. Beraberlikten yaklaşık 15 dakika sonra kontrada Eskişehir 2-1'i bulunca son dakikalar bizim için yorgun ve direnci kırılmış bir rakip yerine galibiyeti korumak için savaşan bir rakip getirmiş oldu. Eskişehir gibi bir deplasmanda rakibi böyle morallendirdikten sonra kazanmak kolay değil, biz de başaramadık.

Peki bu mağlubiyetin sorumlusu kim?

Takımı eleştirenler var ama takım bu maçta ve hatta bu süreçte en az eleştirebileceğimiz unsur... Çünkü yoğun maç fikstürü nedeniyle zaten oyunculara ekstradan yük binmiş durumda ve bu yükün üstüne bir de bu fikstürün getirdiği sakatlıkların yükünü dar bir kadro sırtlamak durumunda kaldı. Eskişehir de bizim kadar maç yaptı deniliyor ama bizim ekstradan oynadığımız bir Akhisar maçı var ki bu sıkışıklıkta bir maç fazla oynamanın artık fark edilmeye başlanması normal.


Bu yoğun fikstür içinde bu sakatlıklar varken takımı değil ama bireysel performansları eleştirmek daha doğru. Burada ön plana çıkan ilk isim Mehmet Eren oluyor. Mehmet Eren yazılarımızdaki eleştirilerin zaten vazgeçilmezi... Bu maçtaki performansı da 2 sezondur gördüğümüzden farklı değildi. Yazıyı yazarken tekrardan özetlere bakayım dedim, özette bile harcadığı 3-4 pozisyon var ki maç içinde çok daha fazlasını kaçırdı.

Eleştiriyi hak eden ikinci isim ise Emrah Başsan... Daha önceki maçlarda da genellikle laubalilik ile eleştiriliyordu ama ben bu formsuzluğun laubalilikten çok yeterince forma şansı bulamamasından kaynaklı gençliğinin de etkisiyle bir konsantrasyon eksikliği olduğu düşünüyordum. Ancak forma şansı bulduğu maçlarda da formunu artıramadı. Yeterince koşmuyor, yeterince istekli değil ve oyuna daha önceki gibi yaratıcılığını koymuyor. Son iki maçta şut çektiği noktalar bile neredeyse aynı... 


Mehmet Özdilek de Emrah'ı oyundan alarak bu duruma müdahale etti zaten. Aslında bu Mehmet Özdilek'ten görmeye pek alışık olduğumuz bir değişiklik değildi ama kesinlikle doğru olanı yaptı. Konu Mehmet Özdilek'e gelmişken onun hakkında da birkaç satır yazayım. Son dakikalarda bile 4 kişinin defansta kalması saçmalıktı ama eksik kadroyla çıkılan bir maça ilişkin eleştiri yazmak yerine benim eleştirilerim biraz daha farklı... Bu deplasmana neden A2 takımından isimler çağrılmadı? Her yerde "Geri adım atmayıp iki kulvarda da sonuna kadar gideceğiz." diyor ama bu kadar eksiğe rağmen yönetime transfer konusunda neden gerekli baskıyı yapmıyor?

Ancak bu mağlubiyetin asıl sorumlusu tartışmasız yönetimdir. Bu mağlubiyetle birlikte ikinci yarı fikstüründe yer alan ilk 5 maçın 4'ünü kaybettik, sadece 1'ini kazanabildik. Bu tabloya bakıp da kimse işlerin yolunda gittiğini söyleyemez. Tabii ki yönetim haricinde... Yönetim ısrarla kendini kandırmaya ve taraftara yalanlar söylemeye devam ediyor. Oysa yapması gereken bu gidişata bir an önce çözüm bulmak.

Bu mağlubiyetle kupada çok büyük bir avantajı kaçırdık. Mersin İdman Yurdu ve Trabzonspor maçları iki takım için de kader maçları olacak. Antalya'daki 1-0'lık, deplasmandaki 2-1'lik skor bizi ikili averajda Eskişehirspor'a karşı avantajlı yapıyor ama fikstür bakımından da avantaj Eskişehirspor'da... Çünkü biz Trabzonspor ile deplasmanda karşılaşırken Eskişehir Trabzonspor maçını kendi sahasında oynayacak. Ayrıca MİY maçları kısmen iki takım için de 3 puan gelecek maçlar olarak değerlendiriliyor ama fazla rahatlık bu maçlarda da sıkıntı yaratabilir her iki takım için de.

Başlığı "Kaçan Kaçana" olarak attım. Çünkü hem bu maçta hem de sezonun ikinci yarısında kaçırdığımız fırsatları özetliyor. Yine de Eskişehirspor karşısında maçın dönmesini engelleyemedik ama önemli olan ligdeki ve kupadaki gidişatımızın tersine dönmesini engellemek. Dolayısıyla daha büyük fırsatları da kaçırmadan bir an önce gerekenler yapılmalı.





23 Ocak 2013

Yönetimin Otobüs Sevdası

Antalyaspor, Ziraat Türkiye Kupası'nda perşembe günü oynayacağı Eskişehir deplasmanına sakatlıklar dolayısıyla 2'si kaleci olmak üzere 14 kişilik kadro ile gitti. Daha önce yazmıştık. Kimse bu sakatlıkları şansızlık olarak yorumlamasın. 25 günde 8 maç oynayacağımız belliyken bu sakatlıklar için zamanında tedbir alınmalıydı. Şimdi bile 14 kişi gitmek yerine A2 takımdan takviyeler yapılarak kadro desteklenmeliydi.

Neyse sakatlıkları bir kenara koyup asıl konumuza dönelim. Eskişehir'e 14 kişi gittik gitmesine ama bugün Emrah Başsan'ın "Eskişehir yolculuğu..." tweet'indeki fotoğrafı görünce fark ettim ki takım Eskişehir'e karayolu ile gitmiş. Emin olmak için bakındım, gerçekten de Antalya'dan Eskişehir'e otobüsle gidilmiş.

Yahu sakatlıklar almış başını gitmiş, kala kala 14 kişi kalmışsın. Üstüne üstlük takımı bu hale getiren yoğun fikstürün daha anca ortasına gelmişsin ve önünde 10 gün içerisinde oynayacağın 4 maç daha varken ne diye hava yolu ile değil de kara yolu ile yolculuk yapıyorsun? Elinde kalan takımı en az yoracağın şekilde götürsene...

Hadi diyelim bu işin bahanesi olarak "Antalya'dan Eskişehir'e direkt uçuş yoktu." denilsin. Yine de karayolu ile 426 km gelmekten daha iyi bir seçenek var. Ankara'ya uçakla gelir, hızlı trenle Eskişehir'e geçersin. 1 saat uçak, 1,5 saat hızlı tren derken 2,5 saatte Eskişehir'desin.

Üstelik Antalyaspor'un otobüs macerası Eskişehir'le de bitmiyor. Antalyaspor, perşembe günü maçtan sonra Eskişehir'de bir gece konakladıktan sonra cuma sabahı Eskişehir'de idman yapıp ardından karayolu ile İstanbul'a gidecek. Yani karayolu ile Eskişehir-İstanbul arası 324 kilometre de buradan gidilecek ve en nihayetinde de hava yolu ile Kayseri'ye geçecek. (Burada "İstanbul yerine Eskişehir'e daha yakın olan Ankara'dan geçilemez miydi?" diyenleriniz olabilir, uçuşlar İstanbul aktarmalı olduğu için iki tercih de hemen hemen aynı.)

Zaten Antalyaspor'un kara yolunu tercih etmesi bizi ilk kez şaşırtmıyor. Süper Lig'in 15. haftasında yağmur dolayısıyla ertelenen Manisa'daki Akhisar maçından sonra biz takım Manisa'dan İzmir'e geçip oradan hava yolu ile Antalya'ya döner diye düşünüyorduk ki Antalyaspor takım otobüsü o felaket yağmura rağmen 130-140'larla yanımızdan geçip gitmiş, hepimizi de tedirgin etmişti. Bu duruma yol boyunca bizden başka pek çok renktaşımız da şahit olmuş.

Ne yazık ki yaşanmamış olaylar da değil bu tarz kazalar... 20 Ocak 1989'da Samsunspor'un yaşadığı felaketi hangimiz yaşamak isteriz? Dolayısıyla öyle bir havada kara yolunu tercih edip risk almaya gerek var mıydı? Şoförlerin o otobüsün içinde can taşıdığının bilincinde olup daha dikkatli olması gerekmez miydi? Yeri gelmişken böylece Antalyaspor'da bu konudaki sorumluları uyarmış olalım.

Konuyla ilgili son olarak merak ettiğim bir konu var. Geçtiğimiz yıllarda Antalya merkezli Sky Airlines ulaşım sponsorumuzdu. Hatta o dönemde bir uçağın üzerinde Antalyaspor logosu yer alıyordu. Bu sene sponsorlar arasında Sky Airlines yok. Ne oldu bu sponsorluğa? Kurumsallaşmaktan bahsediyoruz ama bunu yaparken eski sponsorlukları devam ettirebilmek de en az yenilerini bulmak kadar önemli.

Hadi bu sponsorluğu devam ettiremedin diyelim, Antalya gibi hava ulaşımın en yoğun olduğu noktalardan birinde ulaşım konusunda yeni bir sponsorluk bulunamadı mı? Hadi onu da geçiyorum. Yahu şu yoğun fikstüre bakıp da sakatlıklarla boğuşan şu takımın haline acıyıp uçak masraflarını karşılayacak bir tane yönetici bile çıkmadı mı? Yoksa yöneticilerimiz arma üzerine şirket ismi yazdıramadıkları işlere bulaşmıyorlar mı?




 

Antalyaspor'un Süper Lig'deki 700. Golü


Geçtiğimiz pazar günü oynanan Antalyaspor-Gençlerbirliği maçının 8. dakikasında Murat Duruer'in serbest vuruştan attığı bu gol Antalyasporumuzun Süper Lig'de kaydettiği 700. gol olmuş. Bu 7. dalyanın, efendi karakteri ve sahada verdiği örnek mücadele ile bu sezon Antalyaspor'a en çok yakışan isimlerden biri olan Murat Duruer'e nasip olması da bizleri ayrıca mutlu etti.

Blog olarak görsel hazırlayama konusunda pek bilgili adamlar değiliz ama bu tarihi gol sebebiyle Murat Duruer için elimizden geldiğince bir görsel hazırlamaya çalıştık bu golün hatırası olsun diye.

Hem Antalyasporumuza hem de Murat Duruer'e nice goller diliyoruz.

 

21 Ocak 2013

Baba ile Maça Gitmek

Benim Antalyasporlu olmam da babamın etkisi büyüktür. Neredeyse kendimi bildim bileli Antalyaspor maçlarına gideriz. 07 Gençlik'in açıkta olduğu zamanlarda Kapalı Tribün'de büyüdüm desem yeridir. Tabii ki ilk gittiğimiz zamanlarda Evren'de yediğimiz yengenin etkisi büyüktür maça gideceğimiz zaman heyecanlanmamda. 

Maçları hiç babamın yanında izlemezdim. Miloş'un yürüdüğü duvarın dibinden izlemeye çalışırdık babamın arkadaşının oğlu ile. Bu isimler hep değişirdi ama. Gollerde babamın yanına bir hızla koşar, golü bir de onla kutlayıp tekrar aşağı inerdim. 07 Gençlik "Kırmızı!" dediğinde "Beyaz!" diyenlerin en önünde gelirdik o duvarın önünde. 

Antalyaspor'un 2001'de küme düşmesinden sonra babam da vazgeçti kombine almaktan. Biz de kendimizi Adopen turnikelerinde bulduk. Babamla en son Yılmaz Vural dönemindeki Konya deplasmanına gitmiştik. O günden beri hep gidelim bir maça gidiyoruz ama esnaflığın verdiği yoğunluktan dolayı benim de son 5 senedir Antalya'da olmamamdan ötürü pek denk getiremiyorduk.

En son perşembe günü oynanan Eskişehirspor kupa maçına gitme teklifinde bulundum. Sağolsun maça gitmeyecek olan abilerimiz biletlerini verdiler, Maraton Tribün'de maça girdik. Çok şaşırdı maça girerken çektiğimiz sıkıntıları görünce. "Işıklar'da iken en büyük derdimiz arabayı nereye koysak diye düşünmekti." dedi. O an kendimi düşündüm, bizim de en büyük derdimiz maçtan önce nerede takılsak olurdu. O kadar çok seçeneğimiz vardı ki orada. Şimdi hepsi tatlı bir anı olarak kaldı gerçi.

Seneler sonra babamın kombinesi ile maça girmek yerine, yine babamla bu sefer benim bulduğum kombinelerle girmek değişik geldi. Gerçi o yine oturup maçı izledi, ben yine maratonun üst katında camların önündeydim. Keyfi Güvenlik yazısında belirttiğimiz sıkıntıları yaşadığımızda yine babalık dürtüsü ile gelip kontrol etti. Golü attığımızda yine yanına gittim, beraber kutladık golü. Bu sefer biraz da kritiğini yaparak tabii. İkinci yarıyı beraber izledik, yanına oturdum. Eski maç günlerinden de bahsettik, takımın canlı olarak izlediğinde televizyona göre gördüğü eksiklerden de bahsetti. Kaçan gollerde yine ayağa kalktık, yine beraber heyecanlandık. Gelen galibiyet ise keyfimize keyif kattı. Baba-oğul birlikte güzel bir nostalji yaşamış olduk.

Ah bir de Evren Büfe'den yengen yeseydik iyiydi...





 

Taraftara Senfoni Müziği Dinleme Cezası

Dün gece Antalya Kültür Merkezi Aspendos Salonu'nda Antalya Devlet Senfoni Orkestrası (ADSO) tarafından bir konser düzenlenmiş. Antalyaspor tribün gruplarından Grup 1966 da Antalyaspor-Eskişehirspor maçında taşkınlık çıkaran 30 taraftarla birlikte bu konsere katılmış. Maçlarda taşkınlık çıkaran taraftarlar artık bu yolla 'cezalandırılacakmış'. 

Ceza işin şakası tabii ki... Amaç hem tribünde kendine hakim olamayan taraftarları müzikle rehabilite ederek futbolda şiddeti azaltmak hem de her cuma konser veren ADSO'ya yeni dinleyiciler kazandırmak. Bu fikir de Antalyaspor için marşlar besteleyen kontrbas sanatçısı Koray Karaca ile Grup 1966'dan İsmail Bulut ve Hasan Koca'ya aitmiş. 

Konserde ilginç görüntüler de oluşmuş. Şef Orhan Şallıel konserin ikinci bölümünde Beethoven'in Birinci Senfonisi'ni kendisine hediye edilen Antalyaspor atkısıyla yönetmiş. Görüntüler ilginç olduğu kadar güzel de aslında. Çünkü Şef Orhan Şallıel'in de dediği gibi "ADSO Antalya'da müziğin rengi, Antalyaspor da sporun"... Dolayısıyla Antalya'nın bu iki renginin bir araya gelmesi çok güzel bir uygulama olmuş. Bu uygulamada emeği geçen herkese teşekkürler.










Rezalet 2: Keyfi Güvenlik

Perşembe günü Eskişehirspor maçında Maraton Tribünü'nde idim. Hani şu kombinesi bizim yoğun ısrarlarımıza rağmen 750 liraya satılan kombinelerle, maç başına 30 liralık biletlerle ve İstanbul takımları ile olan maçlarda "bedava" dağıtılan biletlerle İstanbul sempatizanları tarafından doldurulmaya çalışılan tribünde.

Maraton Tribünü'nün üst katında sallanan bayraklar kendilerine OÇAS -Onurlu, Çilekeş Antalyaspor Sevdalıları- diyen münferit arkadaş grubun eseri... Yani bu adamlar sadece maça gelmekle kalmayıp ceplerinden masraf yaparak reklam panosuna dönen bir tribünü güzelleştirmeye çalışıyorlar. Hem de öyle Mondial cart curt gibi reklamlar almayarak...

Bu maçta da onların yanına gittim. İlk arama noktasında buluştuk. Her maç getirilmesine rağmen bu bayraklar yine arandı. Hepsi açılıp bakıldı. Adama "PKK bayrağı olsa aramazsınız." diyoruz, "Doğru." diyor ama aramaya da devam ediyor.

Daha sonra gişelere geliyoruz. Yine aynı kargaşa... Elimdeki dev bayrak üst gişeye takılmış ama güvenlik beni ittiriyor "Hadi, daha aranacak bu bayraklar." diye. Babam var, onun yanında saygısızlık yapmayayım diyorum ama en son dayanamayıp "Ne ittiriyorsun lan?" diye çıkışıyorum ben de güvenliğe. "Arattık bunları sen neyine arayacaksın? Maça geç kaldık zaten, düdük çaldı." diyorum, "Banane..." diyor. Bir de "Antalyalıyım ben de." diyor gevşek. "Merak etme, biz şivesinden anlarız Antalyalı'yı." diyorum, cevap veremiyor.

Turnikeden geçiyoruz, rütbeli bir güvenlik görevlisi geliyor. Tam açacakken bir bayrağı "Bakın arandı bunlar maça geç kaldık" diyoruz, "Ha bayrak mı bunlar, geçin o zaman. Bayrağı da mı arayacağız?" diyor sağolsun. Maç başlıyor. Malum Eskişehirspor maçı... Deplasman tarafında 100'e yakın Eskişehirli var. Tribün hemen altımızda zaten. Adamlar küfür ediyor, biz "Hoop! Şiiişt! Küfür yok, küfür yok!" diye bağırıyoruz, susuyorlar. İsteyen istediği kaydı izlesin, bizden bir tek küfür çıkmıyor. Adamların her küfrüne biz yukarıda anlattığım şekilde tepki veriyoruz. İlk yarının ortalarına doğru rütbeli olduğu belli olan genç birisi deplasman tribününden çıkıyor. Bizim bölüm de adamı "yakışıklı amirim" falan diye bağırarak alkışlıyor.

Ne olduysa işte o zaman başlıyor. Önce tüm güvenlik kameraları bizim oraya dönüyor. Biz hatta "Zoom'u yedi, el sallayın." falan deyip el sallıyoruz kameralara doğru. Çünkü kendimizden eminiz hiçbir şekilde küfür olmuyor. Daha sonra o güvenlik amiri olduğunu düşündüğümüz kişi tribüne geliyor, ta yanımıza kadar çıkıyor ve Serdar Abi'yi almaya çalışıyor. Nedeni ise küfür etmişiz. Herkes anlatıyor durumu; küfür olmadığını, aksine alkışlandığını ama anlamıyor. Yandaki güvenlikçilere diyoruz "Delikanlıysanız söyleyin, küfür ettiler deyin." diye onlardan çıt yok tabii... Bizim yüklenmelerimizden sonra küfürü pas geçip gelen polislerin desteği ile bu sefer alkol yüzünden dışarı çıkarıyorlar. Elimizden hiçbir şey gelmiyor.

Devre arasının son anları, Adopen'de bir karışıklık var. Biz de onu izliyoruz, hatta tepki bile vermiyoruz. Polis gidiyor oraya doğru, biz de aramızda tartışıyoruz "Yine birbirlerine girdiler herhalde." diye. Avukat bir abimiz var, sağlam Antalyasporlu. Onun da blogda önceden yaptığımız aktivitelerden fotoğrafları mevcut. Güvenlik görevlisi hiçbir şey yokken gelip ittiriyor abimizi. E ortalık toz duman tabii... Neymiş orada durmayacakmışız. 10 maçtır insanların durduğu yerde nedense 'hiçbir şey yokken' durmamamız gerekiyormuş. Tabii ki sonuç yine yüklenmeler, yine polisin gelmesi... Bu ittirmeyi yapan güvenlik görevlisinin yaka kartı dahi yok. Yaka kartını soruyoruz, hiç cevap veremiyor. Polisin arkasından bize sallamakla meşgul. Neyse ki oradan pek bir şey çıkmıyor; ancak keyifler kaçıyor tabii ki. 10 kişi, etrafında 20 tane güvenlik görevlisi ile maç izliyor.

Biz tribünde böyle saçmalıklara maruz kalıyoruz, sonra takım elbiseli başkan bozuntuları çıkıp da "Taraftar neden maça gelmiyor?" diye söyleniyor. Ulan biz orada polis ve güvenlik ikilisi ile tartışırken bile Aissati'nin kaçırdığı bir pozisyonda "Ah be!" çekip tartışmaya devam ediyoruz. İşte biz Antalyaspor'u bu kadar seviyoruz. İşte biz bu takım için Mardan dense gidiyoruz, 3 kez aranacaksın denilse aranıyoruz, hatta itilip kakılıyoruz ama sesimizi çıkarmıyoruz. Peki, siz ne yapıyorsunuz bunca cefa çeken taraftar için? Taraftarın üstüne güvenlik adı altında adam salıyorsunuz, bir de taraftara gelmiyorsunuz diye yükleniyorsunuz.

Kimse kusura bakmasın şimdi yazacaklarımdan. Hayatta hiçbir şey başaramamış, daha sonra güvenlik şirketinde işe girmiş bir adam gelip bana artistlik yapamaz. Günlük hayatta belki de o avukat abimizin önünde el pençe duran insana, hiçbir dayanağı olmayan yetkileri verirseniz çıkan sonuç bu olacaktır. Görevini layıkıyla yapan, hatta tribünümüzde bile güvenlik görevlisi olan onlarca arkadaşımız vardır. Bu sözüm onlara değil. Onlar iyi bilir ancak ne yazık ki durum budur.

Özgün 6222 sayılı kanun çıktığında yazmıştı. Polis keyfi adam alabilecek artık diye. İşte bunu yaşıyoruz. Sadece Antalyasporlu olduğumuz için; maç sırasında sadece oturmayarak pozisyon içerisinde gerek hakeme, gerek rakibe, eğer gerekiyorsa gerek kendi futbolcumuza tepki verdiğimiz için bunları çekmeye zorlanıyoruz. Sizin "taraftarı" maraton tribününden uzaklaştırmaya çalıştığınızı biliyoruz ama unutmayın biz Antalyaspor'u sizden çok çok çok çok daha fazla seviyoruz.





20 Ocak 2013

STSL 18. Hafta | Kaçan Bir Fırsat Daha

Farklı heyecanlarla başladığımız bir günü daha üzgün bir şekilde tamamlıyoruz. Galatasaray'ın 3, Beşiktaş'ın 2 puan kaybettiği haftayı biz de puansız kapattık. Böylece Antalyaspor liderlik yarışı içinde geçirdiği bu sezonda rakiplerinin sunduğu bir fırsatı daha tepmiş oldu. Bilemiyorum rakiplerin puan kaybettiği haftalar takım üzerinde ekstra bir baskı mı oluşturuyor ama eğer böyle bir durum yaşanıyorsa buna bir an önce bir çözüm bulmak gerekir. Çünkü böyle fırsatlar kaç defa daha çıkar önümüze bilinmez.

Maça gelirsek ilk 4 dakikada 2 gol yemek elbette hem moral açıdan hem de oyun anlayışı açısından her şeyi alt üst eder ama aslına bakarsak çok da dağılmadık 2-0'ın sonrasında. Hatta 8. dakikada Murat Duruer'in frikikten attığı gol ile skor olarak eşitliği henüz yakalamamış olsak da "İşte maç yeniden başladı." diye düşünmüştüm. Ancak olmadı. 24. dakikada 4-1 olduktan sonra zaten bir geri dönüş ufak çaplı bir mucize gerektiriyordu. Ha gerçekleştirebilir miydik bu mucizeyi? Gerçekleştirebilirdik. "Neden gerçekleşmedi?" sorusunu da paragraf paragraf değerlendirelim.

Mehmet Özdilek pek alışık olmadığımız şekilde oyuna erken bir müdahale yaptı ve Zeki Yıldırım'ı çıkararak oyuna Mehmet Eren'i aldı. Zeki'nin yerine daha hücuma dönük oynayan bir ismi oyuna sürmek aslında doğru bir hamle ama oyuna giren isim Mehmet Eren olunca bu hamlenin oyuna etkisi de pek olmuyor. Hatta olumsuz bile olabiliyor ki bu maçta da bizi şaşırtmadı Mehmet Eren ve Zeki oyunda kalsaydı en azından daha çok koşup daha etkili olur muydu sorusu aklımızın bir kenarında kalmış oldu.

Bu noktada insan şunu düşünüyor. Mehmet Özdilek çoğu maçta kenardan hamle olarak oyuna Mehmet Eren'i sokuyor. Demek ki Mehmet Eren'i skoru değiştirecek isimlerden biri olarak görüyor ama Mehmet Eren'in de 2 sezondur gösterdiği performans da ortada... Kazandığımız maçta da, kaybettiğimiz maçta da Mehmet Eren yazmaktan biz sıkıldık. E o zaman böyle kritik bir rolü üstlenecek Mehmet Eren yerine alternatif bir ismi neden hala transfer etmiyoruz?

Transfer demişken devam edelim. Bu maçta Uğur İnceman ve Isaac Promise başta olmak üzere birkaç sakatlık yaşandı. Maçtan önce de Ömer Şişmanoğlu sakatlanarak 18 kişilik kadrodan son anda çıkartılınca, maça 17 kişilik bir kadro ile çıktık ama bunlar beklenmeyen sakatlıklar mı, beklenilen sakatlıklar mı? Bu kadar yoğun bir maç programına gireceğimizi teknik kadro da en az bizim kadar biliyordu ve buna transfer olsun, A2'den oyuncu kullanmak olsun bir çözüm bulmadıysa kimse bu sakatlıklara şansızlık demesin. Daha yoğun fikstürümüzün ilk yarısını yeni tamamladık, aynı yoğunlukla 4 maç daha oynayacağız. Allah korusun ama bu maçlarda da böyle sakatlıkların yaşanması son derece olası... O zaman ne yapacağız?

Gelelim savunmaya... Maç sonrasında herkes Vleminckx'i övüyor. Hakkıdır da... 4 gol atmış, 1 golü de dolaylı olarak attırmış adam övgüyü hak ediyor ama kendisinin bu performansında bizim defansın katkısını da unutmamak lazım. Adam son golü atarken bile neredeyse bomboş vurdu kafayı. Hadi maç öncesinde çok önemsemedin, tedbir almadın. Adam hat-trick yaptı hala niye hiçbir tedbir alınmıyor? Adamı savunma anlamında tutamadın, gerçek anlamda tut. Bir oyuncu ver üstüne yapışsın maç boyunca...


Defans cezalar ve sakatlıklar derken sürekli değişik isimlerle oynuyor, performans da sanırım buna bağlı olarak dalgalanıyor. Ancak defansın solu en fazla eleştirilen bölgelerden... Ergün Teber'in de ikinci yarıyla birlikte ciddi bir düşüşü var. Geçen maçta burayı Mehmet Sedef iyi toparlamıştı ama bu maçta yedek başladı, oyuna girdiğinde de stoperde oynadı. Dolayısıyla bu bölgede sıkıntı maç boyunca yaşanmaya devam etti. Mehmet Sedef bu anlamda joker bir isim oldu defansa ama yine de bu bölgeye bir takviye daha gerekiyor gibi...

Mehmet Eren konusunun da sakatlık konusunun da savunma konusunun da gelip kilitlendiği nokta transfer... Yönetim transfer konusunda yeniden maliyetler diyerek sessizliğini koruyor ama kaybedilen bir maçın maliyeti bir transferin maliyetinden daha fazla belki de. Gençlerbirliği'nin durumu bizden daha iddialı da ondan mı gidip Avrupa'dan gol kralı transfer ediyor? Bu adam için servet mi döktü Gençlerbirliği? Sadece bu değil, devre arasında birçok transfer daha yaptı Gençlerbirliği ve bugünkü galibiyetle iki maçta da bize puan vermemiş oldu. Vakit daha da geç olmadan Antalyaspor'a da gerekli takviyeler yapılmalı.

Tüm bunlara rağmen herkes gibi benim de hemfikir olduğum bir nokta var ki 4-1 geriye düştüğün bir maçı böyle kovalamak kolay iş değil. 4-3 olduğunda bu maça en inanmayanımızın bile içinde bir acaba oluşmuştur. Bu mücadeleye katkı veren oyunculara teşekkürler ama sonuç olarak bakarsak da karşımızda 5-3'lük bir skor ve kaçan çok kıymetli bir 3 puan var. Bunları telafi edebilmek adına eleştirileri iyi değerlendirmeli ve sorunlarımıza çözümler üreterek bir sonraki maç için çalışmaya başlamalıyız.






19 Ocak 2013

Rezalet 1: Mondial Antalyaspor

Perşembe günü maça giderken biraz geç kaldık. OÇAS'ın yaptırdığı bayraklarla içeriye girmeye çalışmak, 3 defa aranmak da bu geç kalışı daha da arttırdı. Bu 3 aramaya rezalet demiyorum tabii ki, başka şehirde olsa "rezaletin büyüğü" olarak addedilecek olan bu olay biz de alışagelmiş bir durum oldu artık.

Neyse bayrakları taşırken Maraton tribününe giden bölümün yanındaki tırda siyah şal tarzında bir atkı gördüm. Çok hoşuma gitti ama vaktim olmadığından çıkışta alırım diye düşündüm. Maç bitti, içeride yaşanan güvenlik rezaletinin üstüne galip gelmemizin sevinci ile yine bayrakları taşıyarak çıkarken baktım bir tane atkı kalmış, onu da Ercan Göksel alıyordu. Artık geçti deyip yürümeye devam ettim ama baktım orada bir hareketlilik devam ediyor. Herhalde bir daha çıkardı dedim. Almaya giderken Ercan abi tuttu "Oğlum alma o atkıyı. Takarsan bir daha tribüne sokmam seni." diyor gülerek. Abi "Niye ya?" diyorum tam atkıya uzanıyorum pat armanın üstünde Medical Park yazıyor. "Yok abi almam zaten. Manyak mıyım?" derken "Ne Medical Park'ı oğlum? Mondial yazıyor, iyi bak." diyorlar. 


O an bir durdum, düşündüm. Gerçekten anlayamadım. Ne alaka diyorum, şaşıyorum, babamla seneler sonra maça gitmişiz, gidip store'da çalışanlara da çıkışamıyorum, babam bekliyor. 

İnternete 10 gün sonra bugün bilgisayardan girebildim. Sağolsun Özgün araştırmış biraz. Mondial Hüseyin Acarlıoğlu'nun deri ve pırlanta işleri yapan firması. Yurt dışında Mondial ismi ile yurt içinde de Alice ismi ile satış yapıyorlar. Yabancı turiste satmak için yapacaklarını düşünsem daha da canım acıyor. Neden yabancı turist sırf Mondial var diye alsın atkıyı? En iyi düşünceyi takınmak istiyorum, olmuyor.

Resmen canım acımaya başladı. Artık bizim tribünde bile herkes dalga geçiyor. Tepkisiz bir topluluk olduk. Adamlar -evet Antalyaspor yönetiminden adamlar diye bahsediyorum- babasının çiftliği gibi yönetiyorlar kulübü. Antalyaspor bir amaç değil, bir araç hepsi için. Bizden büyük abilerimizin senelerce kanını akıtarak kovaladığı armayı reklam panosu olarak kullanıyorlar. Sen kendi store'unda işportacılık yapar gibi nasıl atkı satıyorsun? Bu nasıl bir mantık, bu cesareti nereden alıyorsun Acarlıoğlu?

Antalyaspor Store'un işletme hakkını Fahrettin Takma aldı. Çıkıp bu atkılarla ilgili açıklama yapmak zorundadır. Taraftarlığı, sevdayı, her şeyi bir kenara bıraktım. Bu işletme mantığına aykırıdır. Sen taraftarın nefret ettiği bir şeyi satmaya çalışıyorsun. Bu satış stratejisi aptallıktır, iflası hazırlamaktır. Kimler yönetiyor bu store'u, bu kulübü? 

Kimse açıklama yapmaz zaten de yaptığını varsayalım. Desin ki Acarlıoğlu "ben kulüp kazansın diye yaptım." ama 300 tane atkı yaptırmakla katkı yapılmaz. 300 atkının maliyeti en fazla 900 liradır. Madem o kadar delikanlısınız, madem o kadar kulübü düşünüyorsunuz neden hiçbiriniz forma sponsoru olmuyorsunuz? Böyle ucuz populizmlerle bize gelmeyin.

Bu takımı taraftarı için yönetmeyecekseniz defolun. Gerekirse 2. Lig'de olalım ama onurlu olalım. Takım bizim olsun. Bizim böyle şeylerle başarı isteğimiz yok. Senelerce takım kafaya mı oynadı da biz bu takıma sevdalandık?




  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...