23 Ocak 2012

Başkent Derbisinden İzlenimler

Üniversite için geldiğim Ankara'da 5. yılım dolarken en sonunda nasip oldu başkent derbisine gidebilmek... Ancak bu seferde de pek kolay olduğunu söyleyemem. Stat çevresine ulaşabildiğimde maç başlayalı 20-25 dakika oluyordu ama o gün bugündü, kıracaktım şeytanın bacağını... Çünkü o statta sadece bir futbol maçına şahit olmayacağımı biliyordum, çok daha fazlası bekliyordu tribündekileri ve ben de onlardan biri olacaktım.

Beklediğim gibi de oldu. 90 dakikanın kaçırdığım 25-30 dakikalık kısmından geriye kalan dakikalar boyunca maçı 5 dakika anca izleyebildim.  Geriye kalan sürede ya gözüm tribünlere ya da aklım düşüncelere takıldı kaldı hep. Bu doğrultuda ilk önce tribünleri sonra da maç boyunca beni alıkoyan düşünceleri anlatayım.

Ankaragücü taraftarı takımlarının içinde bulunduğu zor duruma aldırış etmeden 80. dakikaya kadar tüm güçleriyle takımlarını desteklediler. Üstlerine çöken kara bulutlara inat bir umut ışığı aradılar ama bu maçta yüzleri gülmedi. Belki sezon sonunda da tablo değişmeyecek, belki yüzleri yine gülmeyecek ama son haftalarda olduğu gibi dün de gösterdilerdiler ki küme düşseler bile diz çökmeyecekler. İlk yarının sonuna doğru  maraton, ikinci yarının başında ise Gecekondu'nun soğuğa aldırmadan soyunması geçtiğimiz haftalarda yedek forma olmadığı için ikinci yarıya ıslak formaları ile çıkan futbolcular için anlamlı olmuştur.



80. dakikadan sonrası ise Ankaragücü'nü bu duruma düşürenlere ayrıldı. Bu dakikaya kadar Ankaragücü taraftarına genellikle alkışlarıyla destek veren Gençlerbirliği taraftarı bu dakikadan sonra bestelere de eşlik ediyordu. Onlar için sahada ezeli rakiplerine karşı verilen mücadeleden daha çok Ankara'yı satanlara karşı tribündeki mücadele daha önemliydi bu maçta. 

Maçı Gençlerbirliği taraftarının bulunduğu deplasman tribününde izledim. Benim tribüne girdiğim dakikalarda durum zaten 1-0 olmuştu. Ancak skor tabelasına bakmasam bunu anlamama olanak yoktu. Çünkü tribünde bir neşe yoktu. Ankaragücü bu haldeyken onlar da sevinemiyordu. Hatta bir ara sonuçsuz kalan bir Ankaragücü atağından sonra “Ah be!” diyenleri bile duyuyordum. Devre arası geldiğinde etrafımda ne Gençlerbirliği'nin ilk yarıdaki oyunu ne de beklenen oyuncu değişiklikleri konuşuluyordu, devre arasında konuşulan konu Ankaragücü'nün bu zor günlerden nasıl kurtulacağı oluyordu. İkinci yarıdaki bir pozisyonda top eline çarpmasına rağmen hakeme itiraz eden Gençlerbirliği futbolcusuna tepki gösterenlerin arasında yine Gençlerbirliği taraftarı vardı. Böyle böyle maç 1-0'lık skorla sona erdi. Gençlerbirliği kendisini ligin 4. sırasına taşıyan bir galibiyet alıyordu ama tribünde sevinçten daha çok hüzün vardı. Maçın ardından Gençlerbirliği taraftarı kendi takımlarını tribüne çağırdıktan sonra Ankaragüçlü futbolcuları da tribüne çağırdı. Ancak bu hareket Sokak tarafından bir süreliğine yanlış anlaşılmış olacak ki maç sonunda kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Ancak bu sorun hemen çözüldü ve karşılıklı tezahüratlara kaldığı yerden devam edildi: "Ankara'yı satanlar hesap verecek..!"


Tribün işi hem bir sevda, hem de bir kavgadır. Her tribüncü farklı bir sevdaya ev sahipliği yapar yüreğinde, her tribüncü farklı bir kavgaya adamıştır ömrünü ama bu maçta 19 Mayıs Stadı'nın tribünleri farklı sevdaların peşinde koşanların omuz omuza verdiği ortak kavgaya tanıklık etti. Ben de bu anın tanıklarından biri olarak büyük bir mutluluk ile bu dayanışmayı izledim. İtiraf etmek gerekirse biraz da kıskançlıkla izledim bu dayanışmayı. Kıskançlığımın sebebi ise basittti. Antalyaspor maçlarında son 5-6 yıldır aynı armaya gönül vermiş insanların -hem tribün grupları arasındaki hem de bu gruplar içerisindeki- kavgalarını izlemekten bıkmış usanmış biri olmam her şeyi açıklıyor sanırım.

Maçın genelinde aklımı kemiren soru ise "Yahu ne olacak bu Ankaragücü'nün hali?" idi. Evet, ben de o statta olan ya da olmayan pek çok insandan farklı bir şey düşünemedim maçta. Herkes gibi ben de bu sorunun cevabını düşünüp durdum.

102 yıllık bir tarih... Kim bilir ne cefalar, ne fedakarlıklar ile dolu... Kendinizi düşünün. Sevdalısı olduğunuz arma için yaptıklarınızı... Bu 102 yılda sizin gibi kaç kişinin bir hikayesi olmuştur bu arma peşinde, kaç ömür tükenmiştir bu arma aşkıyla? Ama bugün Ankaragücü'nün kaderini belirleyen şey bu hikayeler değil ne yazık ki, 2-3 kişinin(!) yaptıkları... Peki, merak ediyorum. Acaba Ankaragücü'nü bu duruma getirenler sebep herhangi bir bedel ödeyecekler mi? Yoksa bu yaşananların bedelini ödeyecek olanlar harçlığını Ankaragücü için vermekten çekinmeyen Arda gibi bu arma sevdalıları mı olacak? Arda gibi sevdalılar bedel öderken asıl suçlular dışarıdaki hayatlarına aynen devam mı edecekler?

Bu kadar basit mi her şey? Bu kadar kolay mı 102 yılın emeğini harcayabilmek? Spor kulüpleri böyle 2-3 kişinin girip, istediklerini yapıp, daha sonra da elini kolunu sallayarak arkalarına bile bakmadan çekip gidebilecekleri yerler mi? Bugün her taraftar yaptığının bedelini kendi ödemek zorundayken onlarca yıllık camiaları enkaza çevirenlerin bedelini  kendilerinin değil de bu camiaların ödemesi normal mi?

Daha önce pek çok köklü camianın yaşamaya mecbur edildiği bir savaşı bugün Ankaragücü veriyor. Bizler de bu savaşın sonucunu bu soruların yanıtları ile beraber bekliyoruz. Bunları bize zaman gösterecek ama o zaman gelene kadar Gençlerbirliği taraftarının başkent derbisinde açtığı pankartta dediği gibi: Pes etme İmalat-ı Harbiye!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür ve hakaret içeren yorumlarınızın yayınlanmayacağını hatırlatır, yorumlarınızı paylaşarak blogumuzu zenginleştirdiğiniz için teşekkür ederiz.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...