Romantizm, isyan, tutku... Hepsi tribünde vardır. Genelde bestelerle dile getirilir bu duygular ama en vurucuları pankartlara saklanmıştır. Pankarttır esas sesi tribüncünün... Kiminin yapımı saatlerce sürer, kimi günlerce uğraşıldıktan sonra kuruma sırasında yağmura kurban gider.
Deplasman ile beraber tribün kültürünün temelini oluşturur pankart ama öyle 3-5 lira para biriktirip bilgisayarda çizilen reklamcıda çıkartılan pankartlar değildir bu kültürün temeli... Aşk için uğraşmak lazımdır. El emeği, göz nurudur pankartın hası...
Önemli bir maç vardır, haftaiçi takım içinde bir sorun yaşanmıştır ya da gündeme dair çok önemli bir olay olmuştur. Veya aşıksındır bir kıza, tribünden dile getireceksindir romantik tribüncü...
Anlaşırsın iki, üç gün öncesinden arkadaşlarla... "Buba boyayalım mı bir kaç söz haftasonu için?" "Tamamdır ne yazacağız?" "Akşam düşünelim." derken arkadaşlarla buluşulur, Akdeniz'e karşı içilen biralarla düşünülmeye başlanır pankart için uygun bir söz... Tabi düşünme işlemi saatler sürer. Alkol güzeldir, arkadaşlık güzeldir, sohbet güzeldir. Ancak Antalyaspor hepsinden güzeldir ve en son hadi usta dökülün bakalım düşünceleri diye başlanır pankart tartışması:
"Yok abi çok klişe be", "Haha, çok iyiymiş ama astırmazlar tribüne", "Off, kudurur var ya dingiller bunu görse", "Yok lan onu şu tribün kullanmıştı", "Ulan ne güzel söz bulmuş adamlar", "ha bak fena değil bu olabilir", Dur ama biraz daha düşünelim"...
Uzar gider bu muhabbet de... Sabah iki arkadaş buluşup bez almaya gidilir. Antalya için yer bellidir Bursa Kumaş Pazarı... Boyunlarda Antalyaspor atkısı ile girerken dükkana Bursaspor'un da kulakları çınlatılır tabii ki. Aslında gelmeden önce kaç metre alınacağı kararlaştırılmıştır ancak yine "Fazla mı alsak lan, n'olur nolmaz." düşüncesi geçerken akıldan "Gençler yönetim karşılamıyor mu, alın gitsin." der tezgahtar abi. "Yok abi, ne yönetimi..." diyip çıkılır dükkandan.
Önceki pankartlardan kalma boyalar düşünülür yeter mi acaba diye, ancak nolur nolmaz diye bir kutu daha alınır boya. Tabii aşina olunmayan boyacıya gidildiyse, anarşik mi lan bunlar bakışları altında...
Elde boyalar, bez, siyah poşet içerisinde alkol, bezin altına serilecek gazeteler... O ilk boya vurulurken beze, heyecan tavandır maçtaki ilk düdük gibi... 3'lü çekilmez belki pankarta başlanırken ama şişeler birbirine tokuşturulur haydi gazamız mübarek olsun diye. 1 saat önce geyiğin dibine vuran insanlar yavaş yavaş iş ciddiye bindikçe birbirine kızmaya başlar. "Abi çok atmışsın işte tineri", "Of o nasıl S lan, 5 gibi olmuş", "İşin gücün etiket, sadece fotoğraf çek; gel iki fırça da sen vur" diye diye uzar gider bu muhabbetler... Beller ağrımaya başlamıştır bile sürekli eğilmekten.
Pankart yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladıkça neşeler tekrar yerine gelir. Ara verilir. O arada apartmanın damından yine kopamadığımız Akdeniz izlenerek...
Pankart biter. Kuruması için kapalı bir alan yok ise yağmur duasına başlanır yapanlarla. Belli olmaz Antalya havasına, her an yağabilir. Üst-baş kontrol edilir boya sıçramış mı diye, eğer varsa çok da sıkıntı olmaz, demek ki bundan sonra pankart yaparken bu kotu giyicez diye güzele yorulur düşünceler... Bedenler yorulmasına yorulmuştur ama tatlı bir huzur vardır. Deplasmandan dönmüş gibi, takımına hizmet etmiş gibi bir düşünce vardır akıllarda.
Bütün bu telaştan sonra en güzeli pankartı içeri sokup tribünün demirlerine bağladıktan sonra imkan varsa şöyle bir uzaktan bakmaktır. Saatlerce uğraşarak namusa dönüşen bez parçası yerini bulmuştur. Artık gönül rahatlığı ile arkasında gırtlak patlatmaya devam edebilirsin.
Endüstriyel futbola karşı, yaşasın tribün kültürü..!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür ve hakaret içeren yorumlarınızın yayınlanmayacağını hatırlatır, yorumlarınızı paylaşarak blogumuzu zenginleştirdiğiniz için teşekkür ederiz.